8 Ekim 2013 Salı

Geleceğe Umut Ekmek

Okul hayatından iş yaşamına geçtiğimde ilk düşündüğüm; bunun bir esaretten başka bir şey olmadığıydı. Sabahın 6'sında kalk yollara düş, akşam 7'de ancak eve gel yorgun argın. Hadi şimdi bekarım ya evlenince nasıl dayanılır bu tempoya? Ne için bu stres, bu kadar koşturma? Para sağlığını ya da özgürlüğünü kaybetmeden de kazanılamaz mı? Kuru ekmek de yerim ama yeter ki mutlu olayım, ertesi güne uyanmak istemeyerek yatmayayım... Daha sonraları önce yatış kalkış saatlerine uyum sağladım şikayet etmemeye başladım. Sonra da işe alıştıkça -stresim bitmese ve hergün yenisi çıksa da- ilk etaptaki çaresizlikten kurtuldum çok şükür. Ama yine de, bir ömür bu işin yapılamayacağına olan kanaatim hiç değişmedi.

İş yerindeki iki bayan arkadaşım geçen sene çocuk sahibi oldular. Bu zamana kadar anneleri bakıyordu, tabi ki özlem oluyordur ama en azından kime teslim ettiklerinden emin oldukları için bir de tedirginlik yaşamıyorlardı. Belki o kadar ilerisini düşünmek gereksiz bir yorgunluk. Ancak özellikle 2 ay önce sözlendikten sonra, ben çocuğumu annem de olsa başkası büyütsün diye mi dünyaya getireceğim, kazandığım para onun ilk adımlarına denk gelir mi? Hele ki benim durumumda malesef annemi geçen yıl kaybettiğim için bakan kişi de yedi kat el olacak. Onun kültürüyle mi büyüyecek henüz olmayan evladım:) Ben sabah onu göremeden kalkıp işe gideceğim, akşam da yorgun argın yemek mi hazırlarsın evladın uyumadan onunla zaman mı geçirmeye çalışırsın.. Belki çok karamsar düşünüyorum bu kadar da kötü değildir belki. Ama kendi annem de kimsenin kendisi gibi bakamayacağını görünce istifayı basmamış mıydı? O işe dönene kadar geçirdiğimiz 6 yılı hayatımın en güzel yılları olarak hatırlarım her zaman. Annemin bize kek yapışını çizgifilmleri izlerkenkinden bile daha dikkatli ve zevk alarak izlerdik. Evimiz her zaman sıcacıktı, yuvaydı yani. Sonrasında ise annem işe geri döndü ve tam anlamıyla kendisini parçalara ayırarak her şeye yetişmeye çalıştı. Bizim için çalışıp didindi vefat ettiği güne kadar. Keşke evinde oturup stressiz yaşasaydı mutlu olsaydı ve hâlâ başımızda olsaydı... Her neyse, sonuç olarak çalışan bir bayanın ne kadar sıkıntıları çekebileceğine ve buna rağmen yine de kendisi de dahil kimseyi mutlu edemeyeceğine oldukça yakından şahit oldum. Çıkardığım sonuç ise; değmiyor. Evlatlarına vereceğin temeli başkalarının eline bırakmaya da değmiyor, canlarını başkalarına emanet etmeye de değmiyor. Peki ne yapmalı? Bu devirde geçim yükünü eşimin omuzlarına da bırakmak istemeyeceğimi adım gibi biliyorum. Bu durumda tek bir seçeneğim kalıyor; akarken biriktirmek.

İki sene içerisinde herhalde araştırmadığım yatırım aracı kalmamıştır. Borsa, altın, döviz, gayrimenkul... Bazen sadece TL biriktireyim belki bir pastane açarım diye düşündüğüm de oldu. Ev çok mantıklı gelse de yatırım denebilecek bir ev için çekeceğim krediyi ne ödemeye gücüm yeter ne de faiz günahına göz yummaya vicdanım el verir(Kişilere kalmış bir durum. Benim inancım bu)... Sonuç olarak bütün bu düşünceler ışığında, benim de daha önce keşke böyle bir sistem olsa dediğim eminevim el sıkıştık. Ve geçen ay birinci bu ay da ikinci taksidimi ödeyerek başladım. Uzun bir süreç, eğer ek ödeme yapamaz bu tempoda devam edersem ödemelerim 10 yıl sürecek. Ama bir şansım, sisteme girdikten 2 gün sonra yapılan çekilişte bana ev çıktı. Eğer istersem Mayıs ayında evimi alabileceğim. Allah hayırlısını versin. Düşüncem; en azından çalışırkenki yıllarımdan bana bir ev kalmış olur yadigar. Zamanla değerlenir değerlenmez bilemem ama en azından içinde oturursak kira derdim olmaz oturmazsak da kira gelirimiz olur...

Hâlâ pastane açma fikrim yok mu, var:)  Girişimcilik "artık" ruhumda var. Rabbim hayırlısını versin, bizleri kimseye muhtaç etmesin. Bu dünyadaki yuvam kadar ahiretteki yuvamı da düşünebilmek dileğiyle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder