29 Mart 2017 Çarşamba

Çalışan Bir Hamilenin İsyanı

Öyle böyle geldik 33. haftanın da sonuna. Hatta sanırım ben yanlış hesaplıyorum şu an 34'ün içindeyim ve yarın 34+1 olacağıma göre aslında 34'ü bitiyoruz. Bu hafta hesabı çok kafa karıştırıcı olmuş. Neyse. Çok şükür bir sorun sıkıntı yaşamadan geldik bugünlere kadar. Bizim bıdık bol bol tekmeler taklalar falan atıyor. Kıpır kıpır ama artık kocaman olduğundan bazen rahatsız oluyorum, dışardan ayaklarını yakalayıp "oğlum bi dur gözümü seveyim" diyesim geliyor:)

Bu aralar gece uyku düzenim çok bozuldu. Gece uykuya ihtiyaç molası vermek için uyanıyorum, yani tuvaletim geldi diye kalkmıyorum da sıkışıklıktan kalp krizi geçirecekken nefes alamayıp uyanıyorum desem daha doğru bir tasvir olur. Sonra ne kadar yuvarlansam da kendi kendimle muhabbet sarıyor, konu konuyu açıyor falan sabahı sabah ediyoruz. E gece uykumu alamayınca da akşam erkenden uyuya kalıyorum. Böyle bir kısır döngüye girdik son zamanlarda. Neyse az kaldı Allah'ın izniyle. Son hamilelik sendromları bunlar.

Az kaldı demişken, biteceğine hem seviniyorum ama çoğunlukla da hüzünleniyorum. Kuzum şimdi ben nereye o oraya. Hep benimle güvende. Ama dışarı çıkınca nasıl koruyacağız bu kötü dünyada. Onu da geçtim, evde bırakıp nasıl işe geleceğim? Şimdi ne güzel o da hep benimle. Hiç düşünmüyorum uyudu mu yedi mi beni özledi mi diye:) Bu kadar da bencillik ancak bir annede olurdu herhalde...

Bu sırada geçen haftalarda gittik doktorumdan çalışabilir raporu aldık. O da sonuna kadar çalışsın dedi, ben de öyle isterim ama artık yoruluyorum farkındayım. Hadi bir hafta daha hadi bir gün daha diyorum ama hem yürüyüşüm yavaşladı, ufaktan değişmeye başladı. Hem de gündüz uzun süre oturmakta zorlanıyorum, yoruluyorum uykum geliyor. Bir yandan da evde ne yapacağım sıkılırım iki günde. Kaldı ki daha 6 hafta falan var doğuma tahmin edilen. Sıkıntıdan temizliğe falan sararım bir tarafımı sakatlarım kesin. Böyle iyi, en azından hareketlerim kısıtlı da istesem de aşırı efor sarfedip yoramıyorum kendimi.

Çalışma günlerimin bu kısmının sonlarına gelirken en en en rahatsız olduğum konudan bahsetmesem olmaz. (Başlığı da bu paragraf üzerine koymayı uygun buldum. Hakkını vereyim sağlam isyan etmişim.)Koca koca adamların işi yokmuşçasına hamile bayanlar hakkında konuşmaları. Hadi bana yüzüme karşı yorum yapıp soru soracak kadar yüzsüzsün (kimse kusura bakmasın ama benim için mahrem bir konu. Göbeğimi elimden geldiğince ortalara yaymamaya çalışıyorum saklıyorum. Buna rağmen doğum yöntemime kadar sorabiliyorsan bu yaştan sonra benim sana öğretebileceğim bir konu değil üzgünüm.) bir de başka hamile bayanları artık nasıl gözlemlediyse bazı arkadaşlar, gördün mü bilmem kimi. O da bayağı büyümüş diye yorum yapıyorlar. İşin komik tarafı, ben bayan olmama rağmen farketmemişim, sen erkek halinle ne arıyordun da kadıncağızı dikizledin. Karnının ne kadar büyüdüğü hakkında orada burada yorum yapıyorsun. Allah ıslah etsin hepimizi. Eskiler ne güzelmiş gözünü seveyim. Bir nine TRT'de anlatıyor ya, "biz dünyada iki şey bilirdik biri ayıptı biri de günahtı." Ne ayıp kaldı ne günah teyzem. Biz de sanki bu normalmiş gibi medeni bir şekilde başımızdan kovuşturmaya çalışıyoruz böyle patavatsızları. Böyle şeyler yaşayınca da eşimin evinde otur ısrarlarına hak veriyorum. O tabi ben yoruluyorum, bebek de stres yapıyordur diye kıyamıyor. Bu salak yorumlardan da haberdar olsa bir gün çalıştırmazdı beni bu halde.

Neyse yine motor su kaynattı:) Haftasonu kısmetse yeni doktorumuzla tanışacağız. O kadar adapte olmuşum ki kadın beni Allah'ın izniyle nasılsa doğurtur gibi bir algı var kafamda. Ne yürüyüş yapıyorum ne spor. O kadın sana ne yapsın a obur hamiş:) Kimbilir kaç kilo oldum bu arada, bir eve gideyim de tartılayım.

6 Mart 2017 Pazartesi

Cemre Düştü, Merhaba Bahar

      30. Haftamızı geride bırakırken bahar kendini iyiden iyiye göstermeye başladı. İlk cemre düştü, havalar ısındı. Dün kombiyi bile kapattık o derece:) Bu arada biz de büyüyoruz, oğlum karnımda taklalar atıyor gibime geliyor. O kadar büyük hareketler yapıyor ki, maşallah. Yerim o ayakları.

      Biz de bu sırada farklı bir doktor arayışındayız. Bu hafta muayeneye gitmemiz gerekiyor. Doktorumuz yıllık izinde olacakmış, şimdilik farklı bir doktordan randevu aldım ama hâlâ doğumuma girecek şanslı doktora karar veremedik. Araştırmalarımız tam gaz devam.

      Bu ay işyerinde de yoğun bir eğitim programıyla başladı. Bir yandan her an gidebilirim diye ortalığı velveleye veriyorum ki bir an önce arkadaşlar aktarım alsınlar bir zahmet. Ben bıktım peşlerinde koşmaktan. Bir yandan da eğitimlere gelmeye çalışıyorum. Bu program için en azından dersleri tamamlayıp izne çıkmak istiyorum. Döndüğümde sadece projemi teslim edip emeklerimin karşılığını alabilmeyi umuyorum. Bu eğitimler de İstanbul'un öbür ucunda neredeyse. Artık kendim gidip gelemiyorum, sağolsun eşim getiriyor arabayla. Gelmişken de yine İstanbul'un diğer ucunda oturan kardeşime misafir olalım dedik. Babamı da çağırmışlar, bizim haberimiz yoktu. Biz oturmaya diye gittik ama yatıya kaldık. Ertesi gün de akşam geç saatlere kadar ordaydık. Sonra babamı da alıp evimize döndük. Hayat gerçekten de biz planlar yaparken başımıza gelenlerden ibaret. Yolda giderken haftasonu ne yapsak ne yapsak diye konuşuyorduk. Bir çırpıda geçti bile.

      Bu serüvende çok uzun, gerçekten çok uzun zamandır istediğim bir muradıma erdim. A101'e BİM'e üniversitede öğrenci olduğumdan beri ara ara dikiş makinesi gelir. Ben de alıp kenarda durur, dikmeyi beceririm de biçmeyi bilmiyorum diye kendimi frenleyip almamıştım. Zaten almaya niyet etsem bile ben işten gelene kadar on kere bitmiş oluyor... Neyse, kardeşimin eşiyle hava almaya çıktık cumartesi günü. Bir baktık ki 2 tane makine kalmış. Eve gelince eşime söyledim makine var kalmış alsak mı diye. Sonra yine dedim parayı çöpe atmayalım, boşver kalsın. Sonra dedim bir daha ne zaman bulacağız, belki makineyi alınca otururum başına. Derken eşim gitti aldı sağolsun. Benim de bir dikiş makinem var artık. Üf kimbilir ne şaheserler çıkarırım ben şimdi onunla:)) Bir de selfie çıbığı aldım bulmuşken. 5 TL falandı sanırım. Hamile halimle artık evdeki aynalara sığmadığımdan kendimi çıbıkla bari çekeyim dedim napem.

      Keşke acayip dikebilsem de heveslendiğim şeyleri hemen yapabilsem. Tabi kumaş bulabilmek de önemli. Hem uygun fiyatlı hem güzel kumaş avındayım bundan sonra:)
     

22 Şubat 2017 Çarşamba

Hamileliğimde 29. Hafta

Geldik 29'a! Erken doğum olmazsa 11 hafta kaldı doğuma aman Allah'ım! Zaman çok hızlı geçiyor. Bebişimiz büyüyor. Artık karnımdan hareketleri çok açık belli oluyor. Giderek büyüyor kuzum. Hem hemen gelsin kucağımızda olsun istiyorum hem de kendimi hiç hazır hissetmiyorum. Daha erkendir belki ama kıyafetlerini yıkamaya başlamadım bile, çünkü daha alacak çok şey olduğunu düşünüyorum. Hepsini birlikte yıkarım diyorum da ne zaman alacağım acaba ne bekliyorum?

Bebeğe ayrı, kendime ayrı eksiklerim var. Ben ne giyeceğim doğumdan sonra, daha o da ortada yok. Bebişin arabası hâlâ yok, kucakta taşıyacağız sanırım. Bu arada isim de kesinleşemedi daha. En son eşime bir isim önermiştim, bayıldı çok sevdi. Başka isimler önerdiğimde de yok yok bizim bulduğumuz iyi diyordu. Sonra bir akşam annesiyle telefonda konuştu, söyledi bunu koyucaz heralde diye. İsim Türkçe bir isimmiş, daha islami bir isim koysaymışız. Çocuğu dine diyanete yöneltsinmiş... Yani kayınvalidemi severim ama yapmayacağım dediği çoğu şeyi yapıyor malesef. Tabii ki eşimin fikri değişti, hiç ortada olmayan bir isimle sesleniyor şimdi karnıma. Bense bir öneri bile yapamıyorum. Hiçbir isim bana göre "hah işte bu" değil. Öyle olunca da eşim bari mutlu olsun, en azından onun içine sinmiş olsun isim diyorum. Ama kapı süsü sipariş vermem lazım. Bir an önce karar vermemiz lazım isim işine.

Doktorumun son muayenedeki tutumu beni çok etkiledi diye düşünüyorum. Ondan önce her akşam yürümeye çalışıyordum, doğal doğumla ilgili vidyolar izlemeye çalışıyordum vs. Şimdi hiç içimden gelmiyor :( Evdeki bütün puzzle'ları döküp yaptım. Sonuncudayım şu anda. Yani bana kattığı bir şey yok ama kafamı dağıtıyor kendimi iyi hissediyorum. Devirip yatmak ve TV izlemekten iyidir diye avutuyorum kendimi. Tabi kalkıp yürüsem iki kelime bir şey okusam tartışmasız daha faydalı olurdu...

Bu haftasonu herhalde memlekete gideriz. İnşallah hava güzel olur da dışarı çıkarız. Gidip orda eve tıkılıp gelmek bana zaman kaybı gibi geliyor. Hiçbir şey yapmasak da aileleri görmek bile başlı başına yeterli aslında. Ama bütün hafta o iki günü bekleyip o da hıphızlı geçince çok üzülüyorum. Haftaya hiç dinlenememiş olarak başlıyorum. İstiyorum ki hem aklımdaki işleri halledeyim, hem ailemizi görelim evlatlık görevimizi de ihmal etmeyelim. Hem dinleneyim haftaya dinlenmiş olarak başlayalım... Çok şey mi istiyorum:)

Bunun dışında işyerimde yine değişiklikler, birleşmeler, ayrışmalar... Daraldım artık. Şurda bir iki aya doğum iznine ayrılacağım, takmayayım umursamayayım diyorum ama ne de olsa etkileniyorum. Ben de dahil oluyorum sürece sürekli. Şimdi bir de 2016 senesinin performans değerlendirme dönemi. Çalıştıklarımızın, emeklerimizin karşılığını alacağımız dönemdeyiz. Tam da başka bir ekiple birleştik. Notlar nasıl verilecek çok endişeleniyorum, nasılsa doğum iznine gidecek diye esgeçilirim diye korkuyorum Yöneticim soruyor "bu sene prim alıcak mısın sen ya?" diye. Evet canım bu prim 2016 senesindeki performansıma ait. Ben de 2017 Nisan sonuna kadar fiilen burda olduğuma göre bir dahaki sene de normalde aldığımın 3'te 1'i kadar bir prim bekliyorum hatta. Bunu da mı ben söyleyeyim ben dürteyim... Sonra da stres yapmim kendimi yormayayım uğraş boş yere... Neyse bu sene de hakkım yenmesin de yeter ki, sonrası Allah kerim. Ben gelene kadar kim öle kim kala.


13 Şubat 2017 Pazartesi

27. Hafta Kontrolü

      Geldik çok şükür 27. haftaya. Hatta 2 gün sonra kısmetse 28 olacağız. Ben çok ağır hissetmiyorum hâlâ. Yani adım atamama yürüyememe vs. yok henüz. Sadece eğilip kalkarken zorlanıyorum, yatakta üç hamlede sağdan sola dönebiliyorum ki genelde yorulup sırtüstü kalıyorum sanırım:) Yere çöküp oturduğumda bacaklarım acayip sızlıyor, dizlerim hiç dayanamıyor. Bunun dışında 72 kilo olmuşum. Ama kuzumuz, fındık kurdumuz da 1 kilo 35 gram olmuş. Allahım 300 gramlardan kilolara geldik nasıl bir mucize. Allah isteyen herkese hayırlısıyla nasip etsin inşallah.

      Şeker yüklemesini de yaptırdım ne kadar istemesem, kesinlikle karşı olsam da. Açıkçası ben doktoru yine takmazdım ama şu boğazıma sahip olamayıp hergün muhakkak tatlı bir şey yediğimden kendim de korktum. Ya şeker varsa, bir de yiyosun yemesen neyse, ya bebeğe bir şey olursa diye gittim yaptırdım. Korktuğum kadar zor olmadı. Midem bulanmadı başım dönmedi. Sonuçta da şeker çıkmadı çok şükür. Yani aynı tempoda kaçamak yapabilirim bence :) Evet burdan bu sonucu çıkardım :)

      Bebişimiz geçen muayenede de bu muayenede de tersti. Başı yukarıda ayaklar aşağıda. İkidir de normal doğum yapamayacağım ihtimalini belirtiyor doktorumuz. Ama bu sefer ciddi ciddi övdü sezeryanı. Yani mecbur kalırsak normal doğurturuz ama sezeryanı tercih ederim gibi bir anlayışı var anladığım kadarıyla. Makat geliş olursa tabi ki ben de normal doğurayım diye zorlayacak değilim. Ama bahsettiği 34. haftada hâlâ dönmemiş olursa direk sezeryan gününü belirleriz şeklinde. 34 çok erken değil mi? 40. haftaya 6 hafta var. 1,5 ay nerden baksam. Doğum hikayelerini okuyorum son hafta hatta son gün dönen bebekler bile var. En azından dedim ki sancılarımın başlamasını bekleyelim, bebek kendisi gelmek istediğinde sezeryan yapalım. Yok, çok tehlikeli olurmuş. Kordonu doğum kanalına sarkar da bebek sıkıştırırsa oksijensiz kalabilirmiş. Yani bu bir ihtimaldir, kesinlikle uydurduğunu söylemiyorum ama bence milyonda bir falandır bu ihtimal. Sezeryan kötü bir şey olsa kadın doğumcular kendilerine niye yaptırsınlar, bak sor normal doğuran doktor çok azdır falan dedi. Olabilir, kendi seçimleri ama benim değil. Birisi ameliyat, birisi Allah vergisi bir yetenek. Bu kadar zor olmamalı normal doğurmak. Doğumun kendisini kastetmiyorum, tabii ki oldukça güç. Doktorları normal doğuma ikna etmek bu kadar zor olmamalı. Çok moralim bozuldu. Eve gelince ağladım, eğer bana 34. haftada sezeryan tarihi vermek istesin başka doktora gideceğim. Çok kesin kararım. Eğer 1-2 doktor daha aynı şeyi söylerse ancak o zaman sezeryana ikna olabilirim. Normal olmayan, daha doğrusu doğal olmayan her şeye tepkiliyim bunun sezeryanla da alakası yok. Makyaj yapmam, takma kirpik kullanmam, açıkken postiş kullanmadım kaynak yaptırmadım. Sevmiyorum doğamda olmayan şeyleri var gibi göstermeyi. Doğumda da bebeğime güveniyorum, kendime güveniyorum. Ama doktorlara zerre güvenmiyorum. Ben kendimi mi sakinleştirmeye çalışayım, konsantre olmaya mı çalışayım, doktoru ikna etmeye mi uğraşayım. 

      Kendimi çok üzmemeye çalışıyorum, o zaman gelsin bakarız diyerek geçiştirdim. Üzülmenin faydası yok. İnşallah bebeğim döner, dönmezse de son güne kadar umudumu kaybetmeyeceğim. Ya dönecektiyse, biz erkenden aldıysak yavrumu diye pişman bir şekilde çıkmak istemiyorum ameliyattan. Bu doğum değil çünkü ameliyat bence.

      Sonra hastaneden çıkışta e-bebek'e gidip yatak ve bebek arabası baktık. Adam sadece tek bir arabayı o kadar övdü o kadar övdü ki (fiyatı 2700 TL) başka modellerden hiç haberimiz yok. Diğerlerini de ona kıyaslayıp kötüledi tabi. Mecbur arayışlarımıza devam edeceğiz. Sonra park yataklara bakarken bir tanesi bayağı fonksiyonlu geldi. Joie marka sanırım. Rengini beğenmemiştim ama yeni renk de çıkarmışlar. Bir de mağazada Şubat ayı boyunca hergün bir üründe %28 indirim oluyor. Bu yatakta %50 indirim vardı. normal fiyatı 1200 TL. Bir park yatak takla da atsa benim gözümde kesinlikle o para etmez onu geçsinler bir kere. 600 TL hali de indirimsiz normal ederi gibi geldi, kalitelisi olsun dedik. Beğendik ve aldık. Artık kafamızdan çıksın diye de almış olabiliriz tabi:) En azından büyük toplardan birinin üzerini çizdik. Gelince bakacağım. Normalde 4 yaşa kadar kullanılıyor diyorlar ama ben 2 yaşından sonra kendi odasına geçirmeyi düşünüyorum kısmetse. O zaman da güzel bir oda döşeyeceğim. O zamana kadar idare etsin bizi yeter.

      Dün de ne olduysa dinlenelim film izleyelim diyorduk. Sonra kahvaltıdan sonra deli dürtmüş gibi önce evdeki puzzle'ları bir halledelim dedik. Nereye koyacağımızı bilemiyoruz, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Yaptık kaldırdık ama yer kaplıyor boşuna. Çıkarttık hepsini. Hangileri çerçeveletilecek seçtik. Hepsinin arkasından bantladık. Artık dağılamazlar en azından. En kısa sürede bir tane salona, bir tane mutfağa bir de koridora çerçeveleteceğiz kısmetse. Adı konuldu ya gerisi kolay. Sonra eve taşındığımızdan beri her banyoyu kullanışımızda duşakabin su akıtıyordu. Eşim sağolsun bütün gün onunla uğraştı herhalde. Ben de müstakbel çocuk odamızdaki dağınıklığı azaltmak için gereksiz gördüğüm her şeyi çöpe attım. Kalanları da olabildiğince güzel yerleştirdim. Daha derli toplu oldu, ne zamandır aklımdaydı. Şimdi park yatak geldiğinde orada açacağız kokusu çıksın diye. Yer açılmış oldu. Ama bu ev bize çok gitmez taşınırız gibime geliyor. Hele ki ben çalışacağım dersem çocuğa kayınvalidem bakacak olursa. Bir de ona yatak alacağız. Nereye sığacak bu kadar eşya bakalım.

      Allah biliyor ya kendi bebeğimi kendim büyütmek istiyorum, hiç istemiyorum başkasının bakmasını. Kayınvalidem, annem de olsa ben değilim başkası. Evde çekirdek aile dışında birisinin sürekli yaşayacak olması, onun düzeni benin düzenimin farklı olması, kırmadan istemediklerimi belirtmeye çalışmak. Ayy düşündükçe bile afakanlar basıyor. Bir de kayınbiraderim var tabi. Annem bizde bebek bakıyorken onun okulu tatil olduğunda Gölcük'e gidemeyeceğine göre o da bizimle kalır herhalde. Tam curcuna. Neyse bunları da düşünmemeye çalışacağım. Stres stres nereye kadar. Bunları da bebek doğup ücretli ve ücretsiz izinlerim bittiğinde düşüneceğiz. Sonuçta maddi bir tablo da var. Bakalım gücümüz yetecek mi benim çalışmamama. Belki ikinci evladımızı kucağımıza aldığımızda hayallerim gerçek olur. Sonuçta fedakarlık yapmadan bir şeyler olmuyor hayatta. Ama bu konuda sadece kendim değil yavrum da fedakarlık yapıyor olacak. Sadece bu düşündürüyor beni...

9 Şubat 2017 Perşembe

Şubat Ayından Beklediklerim


   
      Hayallerim yolu biliyor ama ben henüz hayallerimin ne olduğunu bile bilmiyorum malesef. Bu ay şunları yapsam ay bittiğinde benden mutlusu olmaz:

      * Aklımı en çok meşgul eden bebek arabası ve park yatak seçeneklerini incelemek istiyorum. Bu ay en azından çıkıp piyasada ne var ne yok bakınsak yeter bana şimdilik.

      * Bebek için gerekli olan kıyafet ve diğer ekipmanın bir kısmını daha toparlamak.

      * En az 2 film izlemek. Film seçimlerimiz biraz anlık oluyor. Eşimin daha önceden altyazılarını vs. ayarladığı filmlerden seçiyoruz. Özellikle belirtemiyorum o yüzden.

      * Elimdeki kitaptan hergün 10 syf. okumak. En azından.

      * Her akşam en az yarım saat yürümek. Sayacağım kaç akşam yürümüşüm diye. Hiç değilse günde 5bin adım diyeyim.

      *  Bir misafir ağırlamak ya da bir arkadaşımı ziyarete gitmek. Zaten bir elin parmağını geçmeyecek kadar arkadaşımız var, onlarla da bağı koparmayalım lütfen bir zahmet.

      * Bir akşam dört başı mamur bir sofra kurmak. Mümkünse misafiri yemekli ağırlamak. Bunu da çok istiyorum, kendimi geliştirmek için. Yemek yapmayı seviyorum ama değişik yemekler aklıma gelmiyor bir türlü. Hep bildiğim tarifler etrafında dönüyorum.

      * En az bir kez daha önce hiç denemediğim bir tatlı yapmak. Bu da aynı şekilde. Sonra misafir gelince değişik bir şey yapayım diyorum, bu sefer hep ilk defa yaptığım tariflerle misafir ağırlamaya çalışıyorum. Gereksiz stres.

      * Tatlım güzel olursa apartmandaki zaten az olan (bizden başka iki aile yaşıyor) komşularımıza ikram etmek. Bu vesileyle muhabbet kurmak. Asosyalliğimden nefret ediyorum, kırmaya çalışmam lazım.

      * Eh mutfağa girmişken bir de tarif defterimi düzenleyeyim. Yeni denediğim ve beğendiğim tarifleri ekleyeyim.

      * En az bir kez yoğurt yapmaya çalışmak. Bu sefer tutsun inşallah.

      * Telefon hafızamı temizlemek. Bebek gelmeden bunu kesin halletmem lazım. Sonra vaktim olmayacak biliyorum, tost makinesi ya da ütüyle fotoğraf çekmeye çalışmayayım sonra:)

      * Eve bir ayna asmak. Artık odamızdaki bölünmüş aynalara sığmıyorum, sırf bu yüzden hamileliğimde doğru düzgün bir fotoğrafım olmayacak nerdeyse. Sonra da eşimle fotoğraf çekilmek istiyorum. Henüz hiç yok ben hamileyken birlikte fotoğrafımız :( İnsan hayatında kaç kere hamile olur ki. Ühü.

      * Bu bloğu da wordpresse taşımak istiyorum. Bunu da yeni farkettim ama istediğim şekilde formatını bir türlü düzeltemedim. Anladım ki beni wordpress paklayacak. Bunu farkedebilmek de bir şey bence:)

      Bu kadar yeter. Kaç madde olmuş bile! Zaten Şubat dediğin kaç gün Allasen. Ne kadarını gerçekleştirsem kâr bana. Güneşli günler gördükçe içim umut doluyor, hep ondan bu planlar.

3 Şubat 2017 Cuma

Ocak Ayı Geride Kaldı

   

      Ayın ilk günü uzun zamandır ilk kez bir filmi sinemada izledik. Dağ II filmi. Değdi mi değdi, hatta #izleyin #izletin diye not düşmüşüm. Malum o sıralar her yerde terör eylemleri de vardı. İnsanın kendisine ve ülkesine güveni geliyordu. Yine olsa yine izlerim.

      Bebişimiz 22. haftadan 26. haftaya geldi. Onun yaşadığı gelişimi tarif bile edemem. İnsan oluyorsun 9 ay içerisinde ve bunun bir ayı geçmiş aman yarabbi! Mesela daha çok fazla hissedemiyordum bu ayın başında. Ama şimdi dışardan bile görünüyor, elimizi koyduğumuzda oldukça güçlü vuruşlar hissediyoruz. Ben de büyüyüyorum tabi, son durumda 69-70 arasındaydım geçen hafta tartıldığımda. Eve hâlâ baskül alamadık, doğurmamı bekleyeceğiz sanırım.

      Çok karlı birkaç gün geçirdik ve o en karlı zamanlarda biz türlü macera yaşayarak okula gittik. Ben finallerimi ve tezimi verdim. Böylece yüksek lisanstan mezun oldum çok şükür. O sayfayı da böylece kapattık şimdilik.

      Ve 2 kez yoğurt yapma girişiminde bulundum. İkisi de hüsran. Yani zaten şartları zorluyorum, ilk önce günlük süt ve pastörize yoğurttan yapmaya çalıştım. 5 saat mayaladım bekledim, olmadı. Çok üzüldüm sütü çöpe atacağım diye. Sonra gözünü sevdiğimin internetinde fırınlayın demişler öneri olarak. Fırını ısıtıp sabaha kadar içinde bıraktım ve olmuştu! Tadı çok yoktu ama yoğurt yani sonuçta. Sonra 2. denemem kendi yoğurdumun mayası ve pastörize sütle oldu. Onu da fırında tutturdum ama tadı yoğurttan başka her şeye benziyor. Bu konuda kendimi geliştirmeye çalışıyorum henüz.

      Kürk Mantolu Madonna'yı bitirip "Ulusların Düşüşü" kitabına başladım. İki konusunda uzman yazar oturmuş, gelişen ülkeler aldı başını gitti de siz neden gidemediniz diye kafa kafaya vermiş anlatmışlar. Malum bu ara ben de kafayı bu konuyla yediğimden hemen aldım okumaya başladım. Biraz ağır ilerleyecek gibi geldi şimdiden. Bittiğinde de yorumlarımı yazarım.

      Akşamları yarım saat bir saat gücüm ne kadar yeterse yürüyüşler yapmaya başladım. 10bin adıma ulaşmaya çalışıyorum gün içinde. Doğum yaklaştıkça hazırlıkları hızlandırıyorum. Şaka maka 3 ay sonra hadi doğur diyecek doğa bana. E anam ben günde 16 saat oturup 8 saat yattım nasıl doğurayım diyemem ki! Mecbur o narin totomu kaldırıp hareket etmeye gayret ediyorum.

      Bu ay maaşımızı en düşük vergi kesintili haliyle aldığımızdan zam almış gibi bir coşku oldu. Geçen ay birikimlerimi altın, dolar, borsa ve euro'ya yayarak yapmaya karar vermiştim. Al-sat şeklinde kısa vadeli yatırımlar yapamıyorum, o yüzden uzun vadeli alıp kenara atayım, TL'de duracağına yavaş da olsa artar en azından diye umarak hareket ediyorum. TL bazlı birikimler eşimde duruyor, geri kalanla ben kafama göre deneme yanılmalar yapıyorum çok şükür. Zaten ev de aldığımızdan pek bir şey de kalmadı açıkçası :)

      Hep aynı şeyleri söylememek için aslında değinmeyecektim ama bu hafta beni çok meşgul eden bir konu daha var. Çalıştığım katta bir ekipten arkadaş doğum iznindeydi. İki gün önce baktım sabah gelip oturmuş. Yanına gittim sarıldık falan. Nasıl geçti nasılsın dedim, hiç iyi değilim ya şimdiden pişman oldum şu masaları görünce dedi. Bebek nasıl dememle başladı ağlamaya. Ki bu ikinci bebeği, daha önce de yaşamış ve alışmıştı bu sürece. Tüm gün çok kötüyüm çok kötüyüm diyerek ve evi arayarak geçirdi. Bir süredir beynimde arkadalara itmeye çalıştığım konu yine çıktı geldi önüme. Ben ne yapacağım? Bırakmaya karar verirsem bari kolay atanacak bir bölüm okuyayım evdeyken dedim. Biraz araştırdım ama tabii ki bir yere varamadım. Şu konuda henüz benimle aynı yerlerden geçip mutlu sona ulaşan bir serüvene rastlamadım. Yana yakıla arıyorum bak ben böyle yaptım tavsiye ederim diyen bir süper anne!

      Son olarak da uzun zamandır dokunmadığım bir puzzle'a giriştim. Muhtemelen doğumdan sonra bu saydıklarımdan hiçbirini yapamayacağım uzuuun bir süre. O yüzden elimden geldiğince son günlerimi güzel değerlendirmeye çalışıyorum ki gözüm kalmasın sonra. Sadece kendime katkısı olacak kaynaklara ulaşmakta zorlanıyorum. Benim dünya görüşümü genişletecek, bak böyle şeyler de var ben yapıyorum sen de yapabilirsin diye fikir verecek kaynakları bulamıyorum. Yanlış yerlerde arıyorum sanırım. İnsan kendi bildiğiyle bir yere kadar gelebiliyor. Akıl akıldan üstündür. Başka hayatları okuma öğrenme aşkım bundan kaynaklanıyor işte. Bu aydan bu kadar. Ömür defterine 31 sayfa daha eklemişiz, dile kolay...

   

31 Ocak 2017 Salı

Çok İyi Fikir, Keşke Benim Olsaydı!





      Ben kendi kendime "ne yapsam ne yapsam da faydalı olsam" diye düşünürken sanal ortamda hergün karşıma çok güzel girişimleri olan insanlar çıkıyor. Bakın ne yapmışlar: Bir grup insan, bir arama motoru yapmışlar. Adını da www.ecosia.org koymuşlar. Siz google amcaya girip bir şey aratmak yerine bu arama motorunu her kullandığınızda dünyanın bir yerlerinde bir ağaç dikiliyor. Ne kadar güzel değil mi?

      Tamam süper randımanlı çalışmıyor. Örneğin bir BİM yazdığımda şaşırıyor ne olduğunu. BİM Türkiye deyince ancak bulup getirebiliyor ama işim çok acil olmadığı zamanlarda önce ecosia'yı deniyorum. İlk sayfada bulup getiremezse google'a gidiyorum. "Ben yapamıyorum bari yapabilene destek olayım" fikri bende baki. Youtube kanalları ve blogları da var. Neler yaptıklarını, nerelerde yaptıklarını, halkın neler hissettiklerini vs. izleyebilir, takip edebilirsiniz. Kendi adıma vesile olmama şans tanıdıkları için teşekkür ediyorum. Kısa sürede daha da duyulmaları temennisiyle!

27 Ocak 2017 Cuma

Bir Eğitim Serüveninin Daha Sonuna Geldik

      Çok şükür. Mezun olduğumdan beri, yani yaklaşık 5 senedir, yüksek lisans da yüksek lisans. ALES'im varken yapaydım, yok YDS'den yüksek not alaydım diye diye her dönem her iki sınava da giriyordum ne olur ne olmaz dursun kenarda diye. En son canıma tak etti ve bir arkadaşım da o sırada uzaktan eğitime başlayınca ben de yapayım da bitsin bu muhabbet dedim.

      Normal şartlarda kendi mezun olduğum okulumda, işimle alakalı bir bölümde ve örgün öğrenim olarak yapmak istiyordum. Zaten o yüzden bu kadar sene olmadı. İşyerim ve o zamanlarki yöneticim haftada bir iki kez saatlik de olsa izin almama dayanamadıkları için iş saatlerinde gidemezdim okula. E okulla evim ayrı iki ilde olacaktı adeta, iş çıkışı okula gidip gece 10larda 11lerde eve gelme ve sabah 5.30'da kalkıp işe gitme gibi bir şansım da olmayacağı için ikinci öğretim de olamıyordu. Bu uzaktan eğitim işi olur ya dedim, evimden mis gibi katılırım derslere. Bana yeni bir dünya görüşü de katar dedim. Marmara Üniversitesi'nde işletme olmadığı için kaldım Sakarya Üniversitesi'ne. Bir şekilde Allah nasip etti ve oldu.

      Ama program istediğim gibi değildi. İlk olarak dersler başladığında farkettim ki tezsiz yüksek lisans da yapsan, güya akademik değil iş hayatına yönelik de dense o dersler yine teorik. Hadi müfredat bu dedim ama hocalar da haliyle iş hayatında ve dünyadaki gelişmelerden bi haber ve bırak öğrencilere bir şey katmayı, önce kendilerini geliştirmeleri lazım bence. Yönetim dersi alıyorum örneğin, başlıyoruz teee 1800lü senelerde bilmemkim ne demiş öbürü ne savunmuşlardan. Şu an bana ne faydası var ne anladım bu işten? Son dönem Müşteri İlişkileri Yönetimi dersi aldım mesela. Benim bizzat çalıştığım direktörlüğün adı Müşteri İlişkileri Yönetimi yahu. Sular seller gibi aynı dili konuşmalıyız hocayla. Ama gel gör ki yine yaklaşımlar teoriler yüzyıllar öncesine ait bilgiler. Halbuki ben şu an güncel sektörde yaşanan gelişmelerin aktarılmasını, hatta mümkünse gelişmelerin nereye doğru gittiğinin tartışılmasını isterdim. Çünkü bana katkısı olacak olan bu.

      Bir başka pişmanlığım ise, okuldu. Tamam Sakarya Üniversitesi çok iyi hoş olabilir. Ama ilk olarak malum olduğu üzere uzaktan eğitim yüksek lisans, askerlikten kaçan arkadaşların kaydolup bir daha da yüzüne bile bakmadıkları bir ortam olarak yayılmış. Bir diğer unsur, lisans eğitimim Yıldız Teknik Üniversitesi, yüksek lisans Sakarya deyince iş görüşmelerinde "ne alaka şimdi" gibi bir yaklaşımla karşılaştım. Zaten aslında orada uyandım. Ne olursa olsun insanlar nasıl kaliteden önce markaya bakıyorlarsa eğitimde de önce okulun adına bakıyorlar. Sen istediğin kadar açıkla şöyle böyle, Marmara'da işletme yoktu benim de okula gitme imkanım yoktu falan diye. Lisansımı güzel bir okulda yapmış olmamla topladığım bonusları yüksek lisansımı söylediğimde kaybediyordum. Sonraları söylememeye karar verdim hatta.

      Son durumda not ortalamam yettiği ve gerekli ders sayısını da tamamladığım için projem kabul edilirse mezun olacağım haftaya inşallah. Ama yorgun argın eve geldikten sonra açıp akşamın bi saati o derslere katılmak hiç kolay olmuyor bu bir gerçek. Hele de evliyken daha da zor, bekarken yine bir nebze daha kolay olabilir bilmiyorum. Bir diğer unsur da hocaları bir kez bile yüzyüze göremedik. Yarın proje sunumum var, danışman hocamın 3 dönemdir öğrencisiyim ve adamın ancak ben arayıp da "hocam proje konusu önerilerimle ilgili mail attım dönüş yapmadınız" demem üzerine işletmeden öğrencisi olduğundan haberi oldu! Tahmin edersiniz ki süper bir danışmanlık süreci geçirdik. O mu bana danışıyor ben mi ona danışıyorum anlamadım. Proje savunması sunum mu olacak soru-cevap mı olacak diye aradığımda "savunma mı var bu hafta, hangi gün saat kaçta?" diye bana danıştı "danışman" hocam sağolsun. Umarım yeterince yardımcı olabilmişimdir kendisine.

      Yarın son kez olmasını umarak okula çıkıp bu serüveni de böyle noktalamayı umuyorum. Bunu saymam örgün öğretime de beklerim diyorum kendime :) Bir bakmışım işi bırakmışım çocuklar da büyümüş, neden olmasın?

25 Ocak 2017 Çarşamba

Ne Yapsam Ne Yapsam?

      Akşamları eve gidiyorum, yemek yoksa yemek hazırlıyorum. Yiyoruz, topluyoruz. Sonra salona geçiyoruz. Hiç kimse ilgilenmese bile teleizyonu açıyoruz. Sonra ben telefona gömülüyorum uyuya kalana kadar. Eşim de bilgisayarında kendi işlerine bakıyor. Ben bu kadar çok yapmak istediğim şey varken neden oturuyorum? Vaktimle ne yapıyorum? Bebiş doğunca çok ararsın bugünlerini, o boş akşamlarını. Yapmak istediğin hiç mi bir şey yok? Hem kendine bir şeyler katacağın hem de zamanını verimli geçirebileceğin?

      İnternette biraz araştırma yaptım ama malesef tabii ki kimse şunları yapabilirsin demiyor. Demeyecek de. Nasıl bir şey istiyorum biliyor musunuz. Akşamları birer saatimi ayırayım, bir yerlerde ufak ufak bir şeyler oluşsun. Mesela youtube vloggerlar var hani. Gittikçe kanalları oluşuyor falan. Onun gibi. Bu bloga yazıyorum ama günlük gibi görüyorum ben burayı. Çoğu yazılarım kendi sıkıcı hayatımdan ibaret. Görsel olarak bi numara yok, bilgi desem değil. Bittiğinde okuyana hiçbir şey katmayan uzun uzun yazılar haline geldi son zamanlarda. Bunun gibi böyle geriye dönüp bakınca vay be yapmışım diyeyim. Şimdi yüksek lisans bitecek ya kısmetse. Yeni bir uğraş arıyorum monoton hayatıma.

      Yapmak istediklerim diye bir liste bırakayım şuraya. Belki yazarken aklıma bir şey gelir.
      * Kitap okumak. Biliyorum çok klasik. Ama eskiden acayip kitap okurdum. Giderek azaldı ve akıllı telefona geçmemle serviste değerlendirdiğim o dakikalar da heba oldu. Günde on sayfa okuyayım ama yeter ki hergün okuyayım.
      * Yeni şeyler öğrenmek. Çok genel bir tanım oldu. Ne kastediyorum, böyle başkalarının yapıp da benim aklıma gelmeyen, ben de yapsam ne güzel olurmuş diyebileceğim şeyler öğreneyim. Kendime bir şeyler katayım.
      * Örgü örmek. Ama gerçekten doğru düzgün kazaklar öreyim. Kendime, eşime, bebişime hırkalar bereler eldivenler öreyim ve ördüklerim giyilebilir gibi olsun hazır giyim gibi olsun.
      * Dikiş dikmek. Bu da örgü örmek gibi hep isteyim hiç yapamadığım bir şey oldu. Kendime elbiseler etekler bile diksem bana yeter.
       * Kitap seslendirme. Bu da bir zamanlar çok istediğim ama hiç yapamadığım bir şey oldu. Rabbimin lütfettiği bu gözleri mahrum olanlar için kullanma fikri bana çok mantıklı gelmişti. Bunu tekrar düşünebilirim.
      * Tarım konusunda kendimi geliştirmek. Bu elin memleketlerinin alıp başını gittikleri haberini aldığımda en azından kendi evimde kendi yiyeceğim sebzeleri yerleştireyim dedim. Balkonda domatesim olsun, biberim olsun en azından. Mutfak tezgahımda nane, maydonoz yetiştireyim dedim. Bu bahar yine niyetliyim. Bebiş doğmadan en azından dikebilirsem fidanları büyümüş olursa sonrası sadece göz kulak olmak olacak diye umuyorum. Bu işin inceliklerini de öğrenmek istiyorum. İlerde bahçeli evim olursa da bahçeme ekerim artık.
      * İşim konusunda kendimi geliştirmek. Son senelerde hep ilk senelerde öğrendiklerimin ekmeğini yiyorum ve yeni hiçbir şey öğrenmiyorum diye hissediyorum. Bu konuda dünyadaki gelişmeleri takip etmekle birlikte hali hazırda olan teknolojileri de en azından elimde tool'lar varken deneyeyim istiyorum. Bir daha ya fırsatım olur ya olmaz kim bilir.
      * Yeni bir bölüm okumak. Beni özgür bıraksalardı ne olurdum? Ne okumak isterdim ne iş yapmak isterdim? Uzaktan okuyabileceğim ya da açık öğretimden böyle bir bölüm bulursam gerekirse 10 yılda bitsin ama okumak istiyorum. Bu bebeğin gelmesiyle biraz zora girecek bir iş. Bakacağız.
      * Moda, kişisel bakım ve trendler konusunda uygulayamasam da en azından takip etmek. Bu da şimdiye kadar çok yapmadığım bir şey. Hiçbir zaman şık şıkıdım olmadım. Bir düğüne giderken adam akıllı bir makyaj bile yapamıyorum. En azından kendime yetecek kadar giyim kuşam trendlerini takip edeyim, bir stilim olsun. Hafif bir makyaj yapabileyim vs...
     
      Aklıma başka şeyler gelirse onları da eklerim inşallah. Allah zamanımızı bereketlendirsin, işlerimizi kolaylaştırsın. Dünya yüküne ne kadar dalarsak o kadar altından kalkılmıyor...

24 Ocak 2017 Salı

Hamilelikte 25. Haftamız

      Bugün itibariyle 6 ayımızı bitirdik. Artık 7. aydan devam edeceğiz. Bu hafta üzerinden hesaplama işi çok karıştırıyor ortalığı kim ne derse desin. Babam soruyor ne kadarlık oldu şimdi diye, 6 ay bitti diyorum. Oo az kalmış diyor, yok ama 4 ay var doğurmama diyorum :S Kafalar karışık...

      Nasıl gidiyor hamilelik? Çok güzel. Her geçen gün karnım büyüyor, öyle kocaman olmadım daha ama karnım da görmezden gelinemez bir boyutta artık. Gün içerisinde işyerinde çok görülmesin diye hem bol giyiniyorum hem de şalımın  bir parçasını önüme alıyorum. Böylece oldukça gizleniyor karnım. Kendim de unutuyorum hamile olduğumu. Ama o servise yürüdüğüm yokuşta marş basmıyor, motor gaz almıyor mu diyeyim ne diyeyim. Çıkamıyorum, ağır vasıta olarak kenardan kenardan gidiyorum, genç ve hızlı arkadaşlar buyrun geçin yolunuz açık olsun diyorum içimden. Yaşlandık azizim:) Yatakta sağdan sola üç manevrada dönüyorum. O mabadımı çevirene kadar tam üç hamle yapıyorum artık. Eşim gülüyor halime. Ben olsam ben de gülerdim haklısın diyorum birlikte gülüyoruz. Bazen kalçamda çok yoğun bir ağrı oluyor uzun oturmalar sonucunda. Bu aralar böyle geçiyor işte. Ama kıpır kıpır minik kuzumuzun karnımda hareketlerini hissetmek kadar güzel bir duygu yok. Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah en hayırlısıyla. Dün akşam bir kargomuz gelmiş, kolsuz body almıştım indirimde bulduğum bebek bezleriyle. Eşimin işyerine gitti ben taşıyamam koliyi diye. Eşim mesaiden geldiğinde ben yatmıştım, getirdi bodylerini göstermeye. Açtık baktık boylarına, renklerine. O kadar küçük ki. Burda kafası olcak burda kolları dedik baktık. Sonra eşim aramıza koydu bodyleri burda yatıcak böyle minik minik dedik ^_^ İnsan böyle salaklaşıyor işte sevgiden. Dışardan bakarken çok komik geliyor ama böyle hissediliyor elimizde değil. Hayal ediyoruz şöyle olur burda durur diye. Mutlu oluyoruz kendi kendimize.

      Alışverişlere de başladım artık ufaktan. Kıyafetler, indirimde bulursam bebek bezleri falan alıyorum. Hastane çıkışımızı zaten teyzemiz almıştı. Belki bir takım da ben alırım. En kritiği park yatak ve bebek arabası. İki büyük bomba bekliyor bizi. Bir halledersek üzerimizden büyük bir yük kalkacak inşallah.

      Bunun dışında işe gidip geliyorum. Hiç doğuma gitmeyecek gibi çalışıyorum. Üzerimdeki işleri devretmem gerekirken ben yeni işler yapıyorum falan. Bir de yüksek lisansım bitiyor bu dönem Allah nasip ederse. Finalleri verdim, çok güzel notlar aldım ve mezun olabiliyorum. Sadece projemin sunumu kaldı bu haftasonu da o var. Danışman hocam çok kısa bulduğu için son dakika eklemeler yapmaya çalışıyorum. İnşallah onu da sunup kabul edilirse mezunum. Zaten aksi olsa donduracaktım. Çocuksuz halimle zor takip ediyorum bebek varken hiç uğraşamam derslerle diye düşünüyordum. Gerek kalmayacak kısmetse.

      Bu ara bana bir vatan millet sevgisi aşkı geldi ki peheyy. Normalde de zaten hep napabiliriz diye düşünürdüm ama geçen gün bir yazıda Hollanda'nın tarım ihracatının 94 milyar euro olduğunu okudum. Konya kadar ülkenin başarısına inanamadım saygı duydum. Hemen kendimizi düşündüm, biz neden yapamayalım? Onlar yapabildiyse biz de yapabiliriz ama ben vatandaş olarak ne yapabilirim en önce? Malum bu kadar büyük bir atılım için öncelikle devlet politikalarının belirlenmesi, sonra destek verilmesi teşvik edilmesi vs. gerekiyor tabii ki. Ama ben kendim ne yapabilirim ülkeme faydam dokunsun diye? Evet çalışıyorum ama yeni bir teknoloji mi geliştirdim yabancı ülkelere pazarlayıp süper gelirler elde eden? Yok. E anne olacağım inşallah diyorum vatana millete hayırlı evlat yetiştireyim o yapsın güzel şeyler. Sonra diyorum canım benim sen anne olup işi bırakayım diyorsun da annen seni niye okuttu? O da bunları düşünmemiş miydi kızımı okutayım vatana millete faydalı olsun dememiş miydi? E sen onca yılın emeğini kaldır rafa, istifa et evde otur. Sen böyle yaparsan komşun böyle yaparsa kim çalışacak bu ülke için? Ama evladım beni istemeyecek mi? Yine kısır döngü buralar tabii ki... Dipsiz kuyu.

     Sonra geçenlerde kayınvalidem ameliyat olmuştu. Daha önce de bahsettiğim bazı akrabalar var. Ben böyle hırs görmedim. Ama o hırsa göre ODTÜ, hatta Harvard mezunu falan olması gerekirken neden sonradan iki senelik falan okumuş bilemiyorum tabi. Benim de finallerim vardı o hafta. Konusu geçti sınava gideceğiz yarın diye. Duyar duymaz hemen; "ne sınavı, yüksek lisans mı yapıyosun, hmm tezli mi tezsiz mi hangi okulda, ne zaman bitiyor..." Milyon tane soruyu sıraladı ben böyle hırs görmedim. Demez olaydım dedim. Sonra aynı bayan bu haftasonu da bebek mevlüdüne gittiğimiz bir akrabada denk geldi. İlk cümlesi: "Nasılsın canım sınavların vardı 100 bekliyodun nasıl geldi notlar?" Ne ara 100 bekliyorum demişim hatırlamıyorum bile, ki demem yani en fazla iyi geçti demişimdir. Ben hava atmayı da sevmem, bulunduğum ortamda kimseyi ezmek istemem. Ama  böylelerine biraz ne olduğunu göstermek gerekiyor son kanaatim. Çok şükür çok iyi geldi hepsi 100 dedim. Bu hafta da savunmamı verip yüksek lisans mezunu olacağım nasipse dedim. O kadar kıskandıysan al sen bitir diyecektim. Yahu ben ne okumuşum sen ne okumuşsun. Sen sonradan zar zor o da devletin kayırmasıyla bir iş bulup çalışmaya başlamışsın, ben ne iş yapıyorum. Hayatta kıyaslanmayacak iki kişiyiz ama kendine rakip bula bula beni bulmuş. İşte bir de böylelerini sevindirmek istemiyorum işi bırakıp da. Bu fikir hep memlekete gidince oluşuyor. Buradayken kimse kimseyi tanımıyor ya, biz nasıl mutluysak öyle yapalım diyorum. Ama oraya gidip böyle şeyler yaşayınca keşke doktora da yapsaydım diyorum:) Allah'ım tutamıyorum kendimi. Aynı bayan bana yine böyle nasılsın canım diye herkesle selamlaştığımız bir bayramda sen ne iş yapıyorsun nerde çalışıyorsun falan diye sormuştu. Ben de anlamayacağını bildiğim için en basite indirgeyip açıklamaya çalışmıştım. Keşke diyorum "data mining specialist olarak bilmem ne genel müdürlüğünde çalışıyorum, hani şu plazalarda gördüğünüz tipler var ya dizilerde, işte öyle" deseydim diyorum:) Ama o zaman anlamamıştım bu kıskançlığı, herkesin kendim gibi bildiğimden... Bunları da sevindirmek hiç istemiyorum.

      Bu kararlar, sorumluluklar çok zor. Eğer her şey normal gider de zamanında doğum yaparsam seneye bu zamanlar işe dönmüş olacağım. Kuzum daha 9-10 aylık falan olacak. Kısmetse kayınvalidem bakacak gibi görünüyor. Normalde hiç istemiyordu ama kayınbirader de İstanbul'da yatılı liseye gelince evde çok sıkıldı bence. Razı görünüyor şimdilik. Bakıcıya hiç bırakmak istemiyorum inşallah da mecbur kalmam. Hep istifa edeceğim diyordum ama galiba bir süre en azından görmek istiyorum çalışırken anne olmak nasıl? Çocuk gerçekten isteyecek mi beni? Ben gerçekten dayanamayacak mıyım? Yapamayacak mıyım? Bunları görürsem sanki daha içim rahat eder gibi geliyor. Kolay pes etmek istemiyorum sanırım. Cidden gitmiyor böyle dememiz lazım. Tabi bir de işin mali boyutu var hiç düşünmediğimiz. O kısımları hiç bilmiyorum tabi ben bıraksam geçinebilecek miyiz, nasıl yaparız. Belki de zaten geçinemeyiz ben bırakırsam. Bir ara simülasyon yapayım dedim sanki tek maaş mışız gibi yapalım. Ama olmuyor tabi, hiç gerçekçi olmadı. Ancak ben ücretsiz izindeyken göreceğiz durumu...

      Neyse amma yazdım. Uzun süre yazmayıp yazmayıp birikince böyle oluyor işte. Bir dahaki yazımda yüksek lisans mezunu olacağım kısmetse:)