23 Aralık 2014 Salı

Bir Adım Daha

Evlilik hazırlıklarımız devam ediyor. Mobilyalarımızı almıştıki bu haftasonu da beyaz eşyalarımızı aldık. Çok araştırmıyorum bilerek, sağlamlığına güvendiğim bir marka belirledim onun modellerinden işime en yarayacağını düşündüğümü aldım. Piyasada onlarda marka model var, hepsine bakıp karşılaştırmaya kalktım mı bitmezdi bu alışveriş. Hayırlısıyla uzun seneler kullanmak nasip olur inşallah:)

Şimdi geriye perde ve halılar kaldı ama onları da birgünde hallederim diye düşünüyorum. Önümüzdeki haftasonu mobilyalar da beyaz eşya da gelecek, kayınvalidem yardıma gelecek gelmişken de perde ölçülerini alır. Bitti gitti:) Bu arada geçtiğimiz hafta dini nikahımızı kıydırdık(21.12.2014). Nasılsa olacaktı önceden olması iyi oldu bence. Boşuna günah hanesine sayı yazdırmaya gerek yok. Zaten eşimin de nikahta dediği gibi, ben onu eşim biliyorum ama gerekli prosedürleri gerçekleştirmeye çalışıyoruz mecburen... Nikahta bu kadar heyecanlanacağımı hiç tahmin etmemiştim. Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırdım. Mehir olarak düğünde takılacak altınları istedim. Daha fazla bir şey istemedim. Bunu kime desem daha ne olsun diyor ama aslında böyle mehirler bayana pek yar olmuyor:) Mesela kısmet olur evimizi alabilirsek ben vermeyecek miyim yani takıları? Seve seve vereceğim tabi ki. Ama daha az bir şey isteseydim ona tamah edilmeyecek bende kalacaktı... Yine de ona kolaylık olsun istedim. Bir daha almaya çalışmayacak, biliyorum iş bulana kadar kafasına takar üzülürdü. İkimiz için de en hayırlısı olmuştur inşallah. Sağolsun düşünmüş bana hediye almış nikahta takmak için. Hangi erkek bu kadar düşünceli olabilir... Annesi bile altın parçası oğlum ince düşünceli oğlum diye gezdi durdu:) Ben tabi o kadar insanın içinde ne kadar içimden gelse de sarılıp teşekkür edemedim:( İşim olsa bilezik takmak isterdim ama elimden bu kadarı geliyor dedi, elinden gelene kurban olayım düşünmen akıl etmen yeter:)

Bunu da tarihe not düşmek istedim. Böyle gidiyor şu sıralar hayat.

19 Kasım 2014 Çarşamba

Evimiz Güzel Evimiz

Evimizi tuttuk:) Evimiz, yuvamız, bizim:)) Evleneceğime hâlâ inanamıyorum, şurda üç ay kaldı yılların bekleyişi nihayete erecek:))

En son yazdığım yazıdan sonra aileleri ikna edip nikah tarihi aldık. Mart ayında düğünümüz var Allah nasip ederse. Birkaç hafta dolaştıktan sonra düğün salonunu, ardından da süslemeyi yapacak organizasyon şirketini beğendik. Her şey yavaş yavaş oluyor çok şükür. İlk önce nasıl yetişecek her şey diye panik yaptım ama şimdi sakin sakin günlerin geçmesini bekliyorum. Gelinlik seçmeye çalışıyorum, onu bırakıp mutfak takımı bakıyorum, onu bırakıp kahve takımı bakıyorum, onu bırakıp tatil bakıyorum:) Derken balayına nereye gideceğimizi de seçtik. Her şey gönlümüze göre oluyor çok şükür.

Bu haftasonu nişanlım geldi. Bu ara o kadar yoğun ki, bu gelişi çok kıymetliydi. Bir daha ne zaman görüşebiliriz bilemiyoruz çünkü. Haftaiçi dersleri var, bilgi işlemde çalışıyor. Pazar günleri formasyon dersleri var, o gün de tamamen dolu. Cumartesi gecenin köründe binip geliyor, akşam binip gidiyor. Pazar sabahı yorgun argın derse gitti, kıyamıyorum ama evi kendi başıma tutamazdım ki. Sabah erkenden çıktık ev bakmaya, haftaiçi internetten ilanlara bakıp kafamda belirli bir bölge seçmiştim. Oraya kadar otobüsle gittik ama mecburen evlerin konumlarını yürüyerek bulmaya çalışıyoruz. İnce ince yağmur yağıyor, şemsiye açsan açılmaz kapatsan gönül razı değil. Öğlene kadar bir tek ev gezemeden yürüdük durduk. Benim boş diye baktığım evler hep tutulmuş. Sonra ben bir dellendim ne geziyoruz bu havada boş boş bi emlakçı bulalım gezdirsin bizi diye. Bu çıkışım üzerine hemen önümüze çıkan ilk emlakçıya girdik, bu sırada neresi olduğunu haala bilmediğim muhtemelen de git deseler bir daha gidemeyeceğim bir yerdeyiz. Bizi dağ tepe tırmanarak bir eve götürdü, kutu gibi bir ev. Fena değil ama çok karanlıktı. Biz bir düşünelim deyip başka bir emlakçının yolunu tuttuk. O da önce bir rezidansa götürdü, evin salonu üçgendi! Neyin kafasını yaşıyorsunuz siz yaa demeye kalmadan başka bir eve geçtik. O gün o saate kadar baktığımız en eli yüzü düzgün evdi. Yeni, odaları kare/dikdörtgen, ferah, ışık alıyor. Ve lakin İstanbul'un neresindeyiz? Biz burdan kendimiz dönmeye çalışalım en iyisi dedim, çünkü emlakçı arabayla götürüyor hiçbir şey anlaşılmıyor. İyiki de demişim. Şu an oturduğum yere gelmemiz 1 saati buldu. Yoook ben orada oturamayacağım dedim, ev ne kadar güzel olursa olsun dağbaşında ne işim var?

Bu sırada hava karardı tabi. Benim o güne dair bütün ümitlerim tükendi. Sonra bizim mahalledeki emlakçıya gittik, bir ev gezdirdi bize. Ev fena değildi kirası da uygundu. Ama ikimizde de elle tutulamayan bir nedenden dolayı eve karşı bir önyargı oldu. Bir şekilde eve gıcık olduk. O da kalsın dedik. Son olarak da iki haftadır boş olan, her servisten inişimde yangözle kestiğim yol üzerindeki daireyi gezelim dedim. Nasılsa yorulduk bi tur daha atsak ne olur? Aradık emlakçıyı, geldi evi gezdik. Çok hoşumuza gitti. İçimize çok sindi. Hemen ev sahibiyle konuştuk o da sağolsun bu yarım ayın kirasını almayacak. Evi tutmuş olduk. Düşündüğümüzden daha yüksek bir kira vereceğiz ve daha erken bir tarihte tuttuk ama en azından şimdi neye göre eşya bakacağımız belli oldu. Kontrarı imzalamaya giderken heyecandan titriyorduk:) İkimiz de öğrencilik hayatımız boyunca birçok kez ev tuttuk ama bu bambaşka bir heyecandı gerçekten. İmzaları attıktan sonra da emlakçıdan gülerek çıktık, yolda ben bir ara zıpladım sanırım:) Hemen meyve suyu ve kek alarak evimize geldik, yere bir sofra bezi serip günün yorgunluğunu da atarak bu başarımızı kutladık:) Bu da böylece tarihe geçsin...

30 Eylül 2014 Salı

Tanımasaydım Deyip Hayatımdan Çıkaramayacağım İnsanlar

Nişandan sonra bir süre, ama çok kısa bir süre boş kaldık. Ne düğün ne evlilik düşünmedik, tek gündemimiz nişanlımın mezun olması idi. Bu arada askerdeki kardeşimi ziyarete gidelim dedik. Tabi ki nişanlısını götürmemek olmaz, ha belki olur da ben kendime yakıştıramadım. Velhasıl onu da aldık yola çıktık. Vardığımızda nişanlımla ben sadece iki saat kadar kahvaltıda görüşebildik kardeşimle. Sonra müsade isteyip vurduk kendimizi Balıkesir yollarına. Rastgele dolaştık öylesine. O sıralarda da gündemimizde askerlik konusu vardı. Bedelli mi yapmak daha iyi olur, kısa dönem mi uzun dönem mi? Öyle yaparsak ne zaman evleniriz böyle yaparsak ne zaman evleniriz? Olabilecek bütün kombinasyonları düşündük sanırım. Ama nişanlım kendi hayatından çok bizim mutluluğumuzu istediği için o bana bıraktı, ben de askerliği yapacak olan o olduğu için sadece fikirlerimi söyleyerek ona bıraktım.

Derken kardeşim er olarak yapmayı o kadar kötüledi ki ben hemen uzun dönem yap diye atıldım. Nişanlım zaten okul hayatı boyunca sıkıntı çekti, sonra ben girdim hayatına. Bu sefer de nişanlısı çalışırken onun okuyor olmasına üzülüyor. Bana belli etmiyor ama üzüldüğünü biliyorum. Kendisini hep yaşıtlarıyla kıyaslıyor, üniversite okuyana kadar işçi olsaydım şimdi evimize bakıyor olacaktım diyor bazen... Düşündüm ki askere gidince de er olacağı için o aylarda işkence çekecek. En azından elindeki hakkı kullanıp asteğmen olarak yaparsa hem rütbeden dolayı kendisine güveni gelir, hem de alacağı maaştan dolayı o üzüntüsünden de kurtulmuş olur. Er olmasından kat kat iyi olur diye umuyorum, inşallah öyle olur. Ben olmasam da eminim bu şekilde yapardı. Onu varlığımdan dolayı hayatın hiçbir alanında engellemek istemiyorum. Tabi ki yalnız olsaydı alacağından farklı sorumluluklar olacaktır üzerinde. Ama fırsatları da kaçırmasını istemiyorum. Neyse, biz kardeşimi de dinleyince ben uzun dönem yap ben seni beklerim dedim. Sonrasındaysa nişanlı bekleyene kadar evli beklemenin daha iyi olacağını düşündük. Evet hasret daha çok olacaktır (herkes öyle dediğine göre kabul ettim bunu artık) ama izinlerinde ya da ben görmeye gittiğimde sokaklarda sürünmekten artık. O yüzden dedik ki ailelere açalım, bakalım onlar ne diyecekler.

Balıkesir'den gelir gelmez babamla konuştuk, o da tam destek verdi. Kendisi de annemle dört sene nişanlı beklediği için çektiğimiz sıkıntıları anlatmamıza gerek bile yok. Ben her türlü yardıma da desteğe de hazırım dedi sağolsun. Nişanlım da kendi ailesine açıkladı, onlar geldiler babamla konuşmak için. İstişare ortamında herkes kendi fikrini söyledi. Kayınpederim bana istemiyor gibi geldi, ama sonrasında konuştuğumuzda senin bunları kaldırabileceğine ikna olmaya çalışıyordum dedi. Onda da sorun olmayınca kısmetse 2015 Mart ayında düğün yapıp nişanlımı öyle askere göndermeye karar verdik. Hakkımızda hayırlısı olsun...

Burdan sonra beni çok üzen bir şey oldu. Benim bir de kardeşim var biz onu hiç hesaba katmamıştık normal olarak. Onlar da evlenmek için askerin bitmesini bekliyorlardı. Gelin hanım da Balıkesir'den dönerken bize düğünü en erken ne zaman yapabileceğimizi sormuştu. Ben de okul biter bitmez en erken Şubat'ta yapabiliriz demiştim. Öğrendim ki gelir gelmez babamı arayıp biz Ocak'ta düğün istiyoruz demiş! Bizimle yarışıyor yani. Babam bunu bana söyleyince olanı anlattım, çok kızdım. Babam da sağolsun bana destek verdi, ben söylerim en erken sizden sonra yapabilirler diye dedi. Netekim birkaç gün sonra yine gelin hanım babamı arayıp kardeşimi bayramda çıkarmaya gidecekler mi sormak istemiş. Bir araya gelip düğünü konuşuruz demiş. Babam da olanları anlatmış, ablanın kayınpederi ve kayınvalidesi geldiler, düğünü martta yapmak için uygun olup olmadığımızı konuştuk ve martta yapmaya karar verdik. Sizin düğününüzü daha önce yapamam, ancak onlardan sonra olur demiş. Tabi ki kıyamet kopmuş. Çok uzatmayacağım, her türlü itirazı etmiş utanmadan. Bu konuyu konuşmak için muhattap kendisi olmamasını da geçtik, bu kadar ısrar etmesi ayıptan başka bir şey değil. Ben bununla yetinmeyeceklerini tahmin etmiştim ama napabilir onu bilemiyordum. Bu haftasonu onu da öğrendik.

Geçtiğimiz cumartesi günü malesef babaannemi de kaybettik. Defnetmek için memlekete gittiğimde annesiyle ikisi çoktan gelmişlerdi bile. Gördüğümde sinirden ne yapacağımı şaşırdım. Bu tarz şeyleri buraya yazmak istemiyorum aslında, daha önce de bu şekilde yaşadıklarımdan hiç bahsetmemiştim ama bunu geri dönüp okumak ve unutmamak istiyorum. Bu yaptıkları ayıbı hatırlayıp ayağımı ona göre denk almam lazım. Neyse, kendisi söz geçiremeyince kardeşimi askerden izin aldırtıp getirmiş babamla konuşması için. Ama planlarında babaannemin vefatı olmadığı için pek görüşemeyecekler anlaşılan. Bir halt da yola çıkarken yemiş, ben ortamda yoktum ama öğrenince nasıl sabrettim ben de şaşırıyorum kendime hâlâ. Halam kayınvalideme düğün ne zaman diye sormuş, cevabı duyunca da Martta geliyoruz desenize demiş. Gelin Hanım da hemen diklenip bizimkisi Ocak'ta olacak ona gelirsiniz demiş! Tahmin ediyorum kardeşimi içgüveysi almayı falan düşünüyorlar. Bu nasıl bir cüret ben anlayamıyorum ya. Kayınpederin yapmıyorum diyor sen düğün tarihini söylüyorsun. Benim aklım ermiyor gerçekten. Cenaze evinde tartışılacak konuşulacak şey mi şu yaptığı? Yazıklar olsun ben sıramı verirken tek kelime bile etmedim sözde de nişanda da. Annem sağ olsaydı onları da ancak rüyasında görürdü ya neyse...

Şu an durum bu şekilde. Biz düğün yeri bakıyoruz Mart için. Keşke hayatımın en mutlu gününü düşünürken böyle şeylere üzülmeseydim. Hakkımı helal etmiyorum kesinlikle. Ahirette görüşeceğiz inşallah... Bundan sonra da sadece kardeşimle görüşürüm eğer görüşmek isterse tabi ki... Gelin hanıma dair yapmam gereken hiçbir şey kalmadı bu olaydan sonra...

1 Eylül 2014 Pazartesi

Medenî Hali Güncelleyelim:)

Uzun zaman olmuş yazAmayalı. Elim erip de bir türlü neler yapıyorum yazamadım. En son bohça için neler hazırladığımı anlatmaya çalışmışım. Bohçalar çoktan geldi gitti, kullanılmaya bile başladı:)

Ramazan Bayramından sonraki haftayı de izin aldım ki nişan için bir şeyler gerekir, İstanbul'dan müdahale edemem diye. Bayramdan sonraki hafta nişanlımın ailesi, biraz da yakın akrabalardan oluşan bir grup nişan sermeye geldiler. Bayramda kendi evlerine de sermişti kayınvalidem. Bizde gelip bakacak kimse yok ama içimde heves kalmasın diye her şeyi tam yapıyor Allah razı olsun. Her şeyim çok güzel olmuş. Aışverişte aldıklarımız, kayınvalidemin elleriyle işlediği diktiği pike takımları, salon takımları... Fazlasıyla hazırladı her şeyi. Millete gösteriş olsun diye de değil, içinden geldiği için, özendiği için. Ben de bütün hafta bayram gezintileri yaptıktan sonra birgünde hazırlayabildim bohçaları. Bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiştim. Toparlaması, süslemesi derken bir tam gün onlarla uğraştım. Çok güzel oldular ama cidden çok içime sindi Allah'a şükür. Ertesi gün ancak evi toparlayıp ikram hazırlamaya vakit bulabildim. Biz ayrıca gitmedik bohça götürmeye, giderlerken onlara verdik götürdüler. Kayınvalidem onları da sermiş sağolsun gidince... Bohça mevzusunu böylece atlattık, cidden nişanda en zor neydi diye soran olsa hakkaten bohçaydı en zoru. Sonraki hafta izin almamın tek faydası da elbisem için oldu. Terzi hanım sağolsun nişana bir hafta kalana kadar elindeki kumaşı ölçme ihtiyacı duymamış. Ben elbisemi teslim almayı düşünerek gittiğimde; "bu kumaş yetmiyor daha uzunu da üretilmiyormuş, gel başka model seçelim onu yapalım" deyiverdi. Ben beğenecek olsam başka model beğenirdim zaten. Tabii ki kabul etmedim, organze tül yoksa normal tülle olduğu kadar yapın ama bu model olsun dedim. O hafta birkaç kere daha provaya gittim. Cuma günü alırım diye gittiğimde yine prova oldu. Nişan günü almaya gittiğimde içine astar dikilecek sen kuaföre git biz yarım saate getiriyoruz dediler. Velhasıl, saat 3'te kuaförden çıkacak geline saat 2'de elbisesini getirdiler! On kere aramışımdır, gözüm yolda öyle bekledim getirmelerini. Bir daha da kapısından bile bakmam. İşçiliği ne kadar iyi olursa olsun o gün böyle bir strese hiç gerek yok. Ben nişanlığımı nişan gününden önce bitmiş şekilde hiç göremedim. Kusurlarını da nişan günümde gördüm sağolsunlar. Neyse geçti gitti...

Nişan olacağı hafta hergün öğle saatlerinde yağmur yağıp sonra hava açıyordu. Nişan günü nasıl olacak diye merakla bekledim açıkçası. Sabah hafif bir yağmur yağdı ama İstanbul'da fırtına çıkmış. Fotoğrafçı da İstanbul'dan geldiği için sabah beni on kere arayıp iptal edelim, gelirsek iptali olmaz gerekirse salonda çekeriz diye taciz etmişlerdir. Ben anlamıyorum bu insanları, zaten stresli bir gün, ben gelin halimle yağmur yok çamur yok kalkın gelin diyorum, ısrarla iptal etmek istiyorlar bir de tehdit bak iptal etmeyiz ama diye. Gerilmeyeyim dedikçe insanın üstüne geliyor her şey... Yine de moralimi bozmadım, çünkü benim ruh halim nişanlıma da çok yansıyor. Onun suratı düştü mü daha bizi kimse toplayamazdı o gün... Fotoğraf çekimi de nişan da çok güzel oldu. "O kadar tantana oldu, ne değişti şimdi?" diye soranlara nişan yüzüğümü gösteriyorum:) Tamam bana da garip geliyor cidden düğün yapıyoruz sadece eşyalar eksik. Sabahında yine o okula gitti yine ben işe geldim. Ama şanımız yürüsün diyorum:) Seneler sonra geriye dönüp keşke yapsaydık diyeceğime durumumuz varken değerlendirdim. Pişman değilim, ama kimseye tavsiye etmiyorum. Hele ki birkaç ay içerisinde evlenme şansları varsa ve kızın da büyük bir hayali yoksa nişanım salonda olsun diye, hiç gerek yok. Takın yüzükleri gitsin, enerjinizi sabrınızı düğüne saklayın. Benden söylemesi.

Nişan faslını böylece atlattık. Sonrasında da güzel bir gelişme daha oldu. Benim bir ev meselesi vardı hani, bir sene kadar önce eminevimden ev almak için sisteme dahil olmuştum. Biz nişan için koştururken bir mesaj geldi. Kurtköy civarında yeni bir projeleri varmış. Buyrun satış ofisimize bilgilendirelim demişler. O telaşede tabii ki okumamızla gözardı etmemiz bir oldu. Ama Allah nasip edecek ya, peşimizi bırakmadılar. Lansmanın son haftasıi buyrun gelin diye bir daha mesaj attılar. Hele bir arayayım nedir ne değildir dedim, ofise davet ettiler. Ofis dedikleri Kurtköy'de bir yer. Oraya kadar gitsem bile yerlerini nasıl bulacağım, galiba gidemeyeceğim deyip vazgeçiyordum ki Gebze'de oturan arkadaşım davet etti beni. Gün içinde de napsak napsak derken, bu kadar yol geldim bari Kurtköy'e de gideyim dedim. O da sağolsun beni arabasıyla götürdü. Yoksa cidden benim gitmeye hiç niyetim yoktu. Anlattıkları çok mantıklı geldi. Bu hafta da İzmit tarafıyla konuştum onlar için de bir sıkıntı yokmuş. Ev almak niyetiyle yola çıkıp otelden hisse aldım:) Bu aydan itibaren taksitlerim artmış oldu ama bir şekilde ödenir Allah'ın izniyle. Hayırlısı olsun diyelim. O da aradan çıkmış oldu. Hayat bakalım bize daha ne süprizler hazırlıyor. İnşallah onlar da böyle güzel olur. ^_^

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Nişan Hazırlıkları Tam Gaz

Temmuz'un ortasına geldik ve nişandan önceki son dönemeçlerdeyiz artık çok şükür. Her haftasonu İzmit'e elbise provasına gidiyorum ve gittikçe de bir şeyleri toparlamaya çalışıyorum. Çok eksiğimiz kalmadı artık. Ben yaparken bulmakta zorlandığım için neler hazırladık yazmak istedim.

Bizde anne-babaya da bohça yapılıyor ama sözlümün tarafında babaanne de alt katlarında oturduğu için ayıp olur diye ona da bohça hazırladık.

Damat Bohçasını Nasıl Hazırladık:
2 Takım Elbise
2 Gömlek(Birisini kol düğmesi takabileceği gibi manşetli aldık, nişanda giyecek)
2 Kravat(1 tanesi kol düğmeli ve mendilli set aldık)
Kemer-Cüzdan Seti
Takımların bir tanesine kahverengi kemer aldık ayrıca.
2 Çift Ayakkabı
Saat
5'er Tane Alt-Üst Çamaşır Takım
Pike Takımı(Çeyizimde örülmüş danteller vardı kumaş alıp pikocuda yaptırdık)
Seccade-Bohça-Havlu Takımı
Traş Seti ve Koymak İçin Kilitli Sandık
Ev Terliği
Pierre Cardin 3 Parça Pijama Takımı
Dagi 3 Parça Pijama Takımı
(Ben 2 Takım Daha Almıştım ama normalde gerek yok bu kadarına.)
Bir de bizde illa ki süveter kazak bir şey koyulur, o yüzden kıştan süveter gömlek tarzı şeyler almıştık onlar olacak.
Damat kolonyası
Bir de ben English Home'de 3lü mendil seti görmüştüm çok hoşuma gitti onlardan almıştım.

Bunları bohçalara sığdıramayacağımızı düşünüyorum. İki bohçaya sığdığı kadar koymayı düşünüyorum. Eğer olmayacak gibiyse bavul alıp bavulla götüreceğim.

Anne-Babaya Bohçayı Nasıl Hazırladık:
Yine benim çeyizimdeki dantellerden nevresim takımı yaptırdık. Ama bunu bohçada götürüp sereceğiz, kayınvalidem geri verecek kıyamadı siz kullanırsınız dedi. Ben onun yerine bir takım hazır nevresim takımı aldım onu hediye edeceğim.
Bohça-Seccade-Havlu-Şaşe takım olarak aldım. Tek tek alınca da aynı fiyata geliyordu zaten.
Tülbent
Takke
Çorap(2sine de)
Atlet(2sine de)
Gömlek
Bluz
Tesbih
Lif
Terlik(Bu bizim adetlerde yoktu ama onlar babama koydukları için ben de onlara koyacağım)

Babaanne-Dedeye Bohçayı Nasıl Hazırladık:
Bohça
Seccade
Havlu
Tülbent
Takke
Seccade
Çorap(2sine de)
Atlet(2sine de)
Gömlek
Bluz
Nevresim Takımı(Hazır aldım, onlara da yaptıramadım artık)
Tesbih
Lif
Terlik(2sine de)

Bohçalar bu kadar.
Bana yapılan bohçayı da geldiğinde yazarım, şimdi eksik olmasın.

Elbisenin dikimi son hızla devam ediyor, haftasonu onun altına ayakkabı aramakla geçti desem yeri. Sonunda aldım ve provaya yetişebildim. Bu arada gezerken gelin çiçeğini de hallettim, ucuza geldi çok sevindim. İnternette baktığımda 100TL'dan aşağı bulamamıştım, İzmit'te 35TL'ya aldım. Pazarlık huyum değil ya malesef yapamıyorum. 30'a bile bırakırdı belki ama neyse.

Davetiyemizi de beğendik, ben bugün siparişini verdim. Geriye kalan nişanda gelecek çiçek ve çikolata için vazo ve tabak ayarlamak. Henüz beğenemedim:( Ve sözlümün tarafında nişanda takı olmuyormuş, o yüzden takı için kurdele ve iğnedanlık falan almadım. Bizde de asıl takı nişanda yapılır ama olsun benim akrabalarımdan çok az kişi olacağı için çok da önemli değil.

Fotoğraf aslında sadece stüdyoya gidip hatıra olsun diye birkaç poz çektirmek istiyordum ama sonra geriye gelmeyecek bugünler. Kendime kızacağım diye dış mekan çekimi için fotoğrafçı ayarladık. Çok poz verebileceğimi sanmıyorum, başkasının yanında çok samimi olamıyorum sözlümle ama elimden geleni yapacağım:) Dökeceğimiz paranın hakkını verelim, 850TL vereceğiz 2-3 saatlik fotoğraf çekimi için. Ama ömürlük hatıra olacak tabi, değer mi değer:)

Benim bu kadar yaptığımız alışverişlerde en eğlendiğim kısımlar; yüzüğümü aldığımız gün. Sözlüme takım elbise ve pijama aldığımız gün. Bir de bana yaptığımız alışveriş çok istediğimiz gibi olmamıştı ona rövanş yaptık çok eğlenceliydi. Bunun dışındakiler millet ne der aman eksik olmasın diye koşturmakla geçiyor. Keşke fırsatım olsa da daha özenerek hazırlanabilsem. Ama haftaiçi nişana dair internette bakmaktan öte bir şey yapamıyorum, haftasonu da sadece cumartesileri dükkanlar açık oluyor. Bir de ramazanda sıcakta gezmek cidden sabır sınavı... Sözdeki gibi geriye dönüp baktığımda iyi ki yapmışız derim inşallah:)




1 Temmuz 2014 Salı

Kardeş Payı

Malesef kaliteli yapımları hiçbir zaman başladığında keşfedip ilk günden takip edemedim. Sürekli arkadan toplayarak geliyorum, ama geç olsun güç olmasın. İzlemeye başlarken forumlarda olumsuz yorumlara da rastladım ama benim espri anlayışıma çok uyan repliklerle bezenmiş bir dizi. Leyla&Mecnun'u saçmai kopuk, mantıksız bulanlar bunu da beğenmeyeceklerdir muhtemelen. Ben bayıldım, her bölümünü birkaç kez izleyebilirim/izliyorum da.

Benim gibi hâlâ izlemeyenler varsa, kısa bir tanıtım yapayım. Afişte görülenler Ali, Metin ve Feyyza üç kardeşler. Babalarının Metin-Ali-Feyyaz sevgisinden esinlenerek Feyyza'nın adında iki "y" var o derece. Ali ve Metin çikolata yerken bile 3'e bir parçasını bölüp "bu da kardeşimizin" diye ayıracak kadar kardeş payı yaşıyorlar. Abilerin korumacı tavırları ve annelerine karşı hayırlı evlat halleri çok hoş olmuş. Hayatta dikiş tutturamamışlar, Ali kahvehaneyi işletiyor Metin de sıhhi tesisatçı. Hobi olarak da bor kullarak çalışan araba motoru yapmaya çalışıyorlar. Ali evlenmiş, ancak evliliğinin üçüncü ayında eşini aldatınca boşandılar. Metin'se eczacı Eda'ya aşık. İkisinin sahneleri çok hoşuma gidiyor, keşke her bölümde bu sahneler olsa. Favorilerimi buraya da ekliyorum, izleyeceğim zaman kolaylık olur:)

Metin'den Eda Tarifi





Böyle işte... İzlemeyen kaldıysa çok şiddetle tavsiye ediyorum:)

20 Haziran 2014 Cuma

Her Sey Güzel Olacak...

Bugüne tarihe not düşmek istedim. Sadece sözlüm günümü bir anda çok güzel yaptığı için. Bana çikolata göndermiş, çiçek değil de yenilebilecek bir şey göndermesini ham mainidar buldum hem de sevindim:) Çiçekleri kendi ellerinden almak isterim. Bitse de gitsek derken birden çok eğlenceli bir gün oldu:) Birlikte hergünümüz böyle geçer inşallah. Amin.

17 Haziran 2014 Salı

Her Bulduğum Kitabı Okumayayım Kalsın

Geçenlerde internette bir şey araştırırken oradan oraya gittim ve kendimi bir blogda buldum. Şimdi ilk etapta eğlenceli geldi ne yalan söyleyeyim, ama takip edeyim desem benim ona yetişmeme imkan yok. Kız hergün on tane dizi izliyor(muşcasına hepsine yorum yazıyor mantıken imkansız tabi), haftada iki kitap falan bitiriyordur herhalde, sürekli filmler izliyor oradan oraya geziyor. Önerilerinden seçip denemeye bile kalksam yetişemem muhtemelen. Bir ara; "twitterdaki fuatavni gibi bu da birkaç kişiden mi oluşuyor?" acaba diye bile düşündüm. Senin okulun, işin, bir hayatın yok mu? Ne yeyip ne içiyorsun? Hadi ailenin yanındasın geçim derdin yok da sosyal hayat da mı yok?

Sonuçta bakıldığında hayatını makyaja adamış bloggerlara göre en azından faydalı şeyler paylaşıyor, yapıyor dedim ama okuduğu kitaplara bakıyorum. Kapağını beğendiği her kitabı okuyor. İçerikler boş. Kitap okumayan bir nesilden yakınıla yakınıla bu hale geldik şimdi de. Ne bulsak okuyoruz, kim yazmış ne yazmış bana ne katar hiçbir fikrimiz yok. Popüler mi popüler, her yerde konuşuluyor konusu geldiğinde yorum yapabileyim diye okuyor, geziyor, izliyor, yaşıyoruz. Yalan değil cidden böyle. Kendi okuduğum kitaplara da bakıyorum, okuyorum ama bana ne katıyor? Sürekli bir şeyler öğrenmek için yaşayamam bu bir gerçek, bazen de sadece korkmak için, aksiyon için, aşk için okumak istiyorum. Hayatıma renk gelsin diye. Arada bir şeyler öğrenebileceğim kitaplar da okumaya çalışıyorum ama hakkımı yiyemeyeceğim.

Buraya nereden geldim, bir de kitap okuyanlar sosyal platformda takılıyorlar. www.neokur.com diye bir site. Merak ettim üye oldum ama bir türlü kullanamıyorum. Çok pratik gelmedi açıkçası. Ehh daha önce de bahsetmiştim arkadaşlarım o kadar kitap kurdu değiller, yani benim platformda tanıdığım hiç kimse yok. Bir arkadaşımın okuduğu kitabı görmek, kütüphanesine göz atmak, değerlendirmesini okumak isterim de tanımadığım insanların ne okuyup ne dediği de beni hiç ilgilendirmiyor an itibarıyla. Ancak kitabı alacağım zaman okuyanlar ne demiş diye bakarım, o da kitapyurdu.com'da mevcut zaten. Bu kadar karmaşaya girmeden de elimin altında. Üstü kalsın her sosyal platformda da elim olmayıversin.

16 Haziran 2014 Pazartesi

Ramazan'dan Önce Son Çıkış

Haftasonu sözlüm finallerini bitirip geldi, Ramazan gelmemişken ve havayı da güzel bulunca piknik yapalım dedik. Aslında benden kek yapmamı istedi, ben de: "sarma da mı yapsam börek de mi yapsam hatta biz piknik mi yapsak?" diyerek olayı biraz büyüttüm sanırım. Ehh en azından nerede olacağımız belli olur, nereye gidelim diye düşünmekten heryere para vermekten cidden bıktık artık. Evde çok sıkıldığımız için dışarı çıkmak çok güzel bir şey ama bizim durumumuzda dışarısı mecburiyet ve işkence oluyor. Neyse, ben yola çıkma nedenimiz kek hariç her şeyi hazırladım ve Küçük Çamlıca'ya pikniğe gittik. Keki neden yapmadım? Çünkü fırınımızın ısı ayarı yok ve bu zamana kadar yaptığım tüm kekleri yaktı :( Bu konuda sana kek yaktım diye bir twitim bile mevcut... Bu üzüntüyü göze alamadım ve onu yapmadım.

Gittiğimiz yer çok güzeldi. Tek kusuru karga sesleri, bitmek tükenmek bilmeyen karga gaklamaları... Bir de acemi piknikçiler olarak minder unutmuşuz yerde oturduk ama hem soğuğu yedik hem de yerin tüm pürüzlerini an be an hissettik... Kafamı biraz kaldırdığımda gördüğüm manzara şöyleydi:

Önümüzde bir yapay su birikintisi vardı çok güzeldi. Bunca yıldır nasıl keşfedememişiz hayıflandık. Dışarısı kavrulurken bile burası gölge olduğu için serindi. Akşama kadar otur istersen kimse kalk git demez... Biz ordayken bir sürü gelin geldi fotoğraf çektirmeye, bir iç geçirdim şöyle biz ne zaman evleneceğiz diye. Sonra geçti gitti... Güzeldi velhasıl.

Tabi biz yine bir şeyler yapmamız gerekiyor diye öğleden sonra kalktık, piknik malzemelerini eve bırakıp Üsküdar'a geçtik. Daha önce bir alyans beğenmiştim, onu alacaktık. Sadece gidip alacaktık yani ben çoktan beğenmiştim... Ama nedense içime sinmedi, beğendim ama içime sinmedi bir türlü. Hemen çarşıdaki kuyumculara bir bakalım mı dedim, belki başka bir model görürüm, başka yüzük beğenmezsem de onu alırız aklımda kalmaz. Birkaç model arasında kaldım, nasıl karar vereceğim diye çok üzüldüm. Hepsini alamayacağımıza göre bir karar vermem gerekiyor... Neyse dedim kafa bulandırmaya gerek yok, bir yer kaldı oraya da bakalım da sonra gidip ilk beğendiğimi alalım derkeeeen alyansımı buldum. Görür görmez anladık o yüzüğün olduğunu. Sözlüm de ben de ondan sonra gösterdikleri yüzüklerin yüzüne bile bakmadık. Erkek için de aynı desen olduğu için almadık, ama şimdi düşünüyorum da alabilirmişiz sanki. Hımm ben bunu bir düşüneyim :)





5 Haziran 2014 Perşembe

Site Önerisi

Yine ben, yine yatırıma paraya dair bir site keşfi... Bu tamamen twitter'da hesabını görmemle farkına vardığım bir site, bu sefer ben herhangi bir şey araştırmıyordum. www.paramveben.org. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği bünyesinde gönüllü kişilerden oluşan bir ekibin emekleri ile ortaya çıkmış bir platform. Kazanan, çalışan kesimi elindeki parayı saçıp savurmak yerine ufak ufak da olsa tasarruf etmeye, o tasarrufları da yastık altında değil aktif yatırımlarla değerlendirmeye teşvik ediyor. Tam bana göre bir yer:)


İleride yatırımla ilgili uygulamalar da eklenecek siteye, öyle bir sekme de yapılmış ama henüz içerik yok. Şu anda yatırım ve tasarrufla ilgili yazılar, bilinçlendirmeye yönelik çeşitli videolar var. Sitenin tasarımı çok hoşuma gitti. Yapılan paylaşımlar çok basit düzeyde göründü gözüme ama ne de olsa başlangıç yazıları bunlar. İleride daha dikkatimi çekecek bilgiler paylaşılacağını umuyorum, siteyi takipte olacağım. Bu arada twitter hesabından da aktif bir şekilde motive edici twitler atılıyor. Onu da takibe aldım hemen.


2 Haziran 2014 Pazartesi

Tamam Mıyız?


Yol yorgunluğunu atmak için bir film izleyeyim dedim, yine vizyona girdiğinde çok dikkatimi çekip zamanım olmadığı için izleyemediğim bir film seçtim. 2013 yılında çekilmiş bir Çağan Irmak filmi: "Tamam Mıyız?" Başrolde Aras Bulut İynemli (İhsan) ve Deniz Celiloğlu (Temmuz) oynuyor.


Film Temmuz'un küfürleriyle başlıyor. Dakka bir gol bir. Rüyasında birisini görüyor, "bul beni, birbirimizin kaderinde varız bul beni" diyen biri. Bu rüyadan sonra birkaç etkili rüyası daha oluyor ve birkaç gün sonra rüyasındaki çocuğu parkta annesinin ittirdiği tekerlekli sandalyede otururken görüyor. Bir yolunu bulup yanlarına yaklaşıyor ve hikaye başlıyor. İkisinin de birbirlerine ihtiyacı olduğuna karar veriyorlar. Temmuz sanatkar; heykeltraşlık yapıyor, çocuk kitaplarının resimlerini çiziyor. İhsan'a yaşama sevinci vermeye çalışıyor. İhsan da kimseye küs değil aslında ama sadece bulunduğu durumdan dolayı insanlara yük olduğunu düşünüyor.

Çağan Irmak'ın filmlerinde alışıldığı gibi her dakikası duygu seli olan, gözyaşları içinde izlenen bir film değildi (sanırım, belki de ben ruhsuzumdur). Sonunda bir duygulandım sadece. Filmde engelli bir insanın neler yaşadığı, ne zorluklar çektiği, nasıl buhranlara düşebileceği gibi şeylere insanların acıyarak bakmasına neden olacak şekilde yer verilmemiş. Herkesin kendi kafasında yaşamlarının zor olduğuna dair varolan fikirin yeterli olduğu düşünülmüş sanırım. İyi de olmuştur belki, kendimi o sandalyede oturan insanın yerine koyuyorum. Arkadaşlarımla filmi izlediğimi düşünüyorum. Orda İhsan acındırıldıkça ben yerin dibine geçerdim herhalde. O yüzden iyi olmuş bence. Sözlümle film izlerken karakterin annesi vefat ediyor bazen. Karakter çok üzülüyor, mahvoluyor falan. Sözlüm de ister istemez beni teselli etme ihtiyacı duyuyor. Sözle değil ama gözlerime bakışından anlıyorum, elimi tutuyorsa daha sıkı tutuyor. Çok normal, insanlar empati yapar. Ama ben sözlümün tepkisinden merhamet, şevkat, üzüntülerden kötülüklerden koruma duygusu hissediyorum. Diğer durumdaki arkadaşsa muhtemelen acıma olarak algılayıp daralabilirdi... Herneyse, çok çok çok süper bir film değildi velhasıl. İzlemesem merak edecektim...


En Büyük Asker Bizim Asker!

Geçtiğimiz Cuma günü kardeşimin yemin töreni vardı. Askere gönderdiğimizi yazmış mıydım hatırlamıyorum ama tam bir ay olmuş dile kolay. Babam, dayım ve ben Balıkesir'e gittik. Gelin kızımız da ailesi ile gelmiş. Bizim on katımız özleyen, üzülen, bekleyen odur muhakkak. Bizi biraz gerdi ama ben onun durumunda olsam muhtemelen gözlerimden ateşler çıkardı:)

Biz tabi babamla, kardeşim bizi hiç aramadı diye baya bir üzülmüştük. Bizi beklemiyordur bile yemin törenine, kimi aradıysa o gitsin gibi alttan tripli bir şekilde gittik ama tabii ki çok özlemiştik ve konuşamadığımız için de çok merak ediyorduk nasıldır iyi midir ne yer ne içer diye. Çok şükür çok iyi gördük. Komutanlarından Allah razı olsun üzmemişler kardeşimi. Ve bizi aramış meğer. Babam sabit numara görünce bankalar arıyordur sanıp açmamış, benimse yanlış numaramı aramış ben artık kullanmadığım için sadece internet bankacılık şifresi için bakıyorum o telefona. Neyse bunu duyunca bir daha sevindik... Yemin töreni alanına girerken bizi fıldır fıldır aradı gözleri orda mıyız diye. Biz tabi nişanlısıyla avaz avaz bağırıyorduk burdayız diye. Görünce gülümsedi sadece. O kadar ciddi bir asker olmuş ki. Bi çocuk göz falan kırptı ailesine:) Normali kardeşimin yaptığıdır tahminim. Sonra alandan çıkarken de biz en önlerden alana sarkıyorduk resmen. Heycanlanınca, uykusu gelince falan yüzü kıpkırmızı olur. O kadar asker içinde seçmekte hiç zorlanmadık:) Güneş altında eğitim yapmaktan yanmış, yerlerde sürünmekten kolları yara olmuş. Ama olsun, o kadardan bir şey olmaz. Vücuduyla yapabileceklerinin farkına varsın. Zaten o da şikayetçi değildi, yaptıklarını zevkle anlattı resmen. Babamla ben de; "askerliği bu kadar seveceğini bilseydik asker yapardık seni" diye takıldık. Allah nazarlardan saklasın burdan sonrası da böyle geçer inşallah. İçimiz rahatlamış olarak, ama özlemle onu orda bırakarak Kocaeli'ne geri döndük...

Ertesi günü de uzun zamandır kayınvalideme gidemedim deyip ona ayırdım. Sabah kahvaltıya gidecektim güya ama benim varışım saat 11'i buldu :( Kayınpederim bile dalga geçti, "kız sana kıyamamış sabah sabah yorulma diye. Öğle yemeğiyle birleştirdi bak" diye. Bizim evden gidişim 1 saat 15dakika sürdü ben ne yapayım. Kahvaltıdan sonra çarşıya çıktık. Bohça alışverişinde içimize sinmeyen şeyler vardı, eksik kalmasın diye baştan yaptık nerdeyse. Allah razı olsun beni benden çok düşünüyor. Sözlümün finalleri olduğu için o yoktu ama olsun yeter ki sınavları iyi geçsin bir an önce kurtulsun okuldan. Akşam da otobüse binip İstanbul'daki hayatıma geri döndüm.Yoruldum ama çok güzel bir üç gün oldu benim için.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Zamanda Aşk (About Time)


Başrollerini kim oynuyor hemen kopya çekeyim en yakın imdb sayfasından... Rachel McAdams (Filmde Mary. Bunu biliyordum kopya çektiğim bu değil) ve Domhnall Gleeson (Filmde Tim. Bu arkadaşı ilk defa izliyorum o yüzden kopya çektim ama harika bir iş çıkarmış) oynuyor. Süper bir aşk hikayesiydi. O kadar hayal kırıklığıyla biten kitaptan sonra işte bu dedirtti bana, teşekkür ederim.

Tim; sakar, nerde ne yapacağını bilemeyen ve genelde kendini rezil eden bir ergen. Kendine güvensiz erkeklere de pek kızlar bakmadığı için sevgilisi yok tabii ki. 20 yaşına geldiğinde babasından öğreniyor ki aile geleneği olarak erkekler zamanda istedikleri yere gidebiliyorlar! Hemen deniyor ve son gittiği partiye geri dönüyor. İçki masasının yanından geçerken hepsini bir arkadaşının üstüne devirmişti, gece sonunda da ondan bir hamle bekleyen hatunu öpmek yerine son anda elini sıkmıştı. Bu sefer içki masasına dikkat ediyor ve kızı da beklendiği üzere öpüyor. Her şey böyle daha güzel... Aile mirasını yaptığı ufak sakarlıkları düzeltmek için kullanıyor sadece, parada pulda gözü yok.. Çalışmak için gittiği şehirde arkadaşıyla ikili buluşmaya gidiyor. Işıklar kapalıyken iki kızla bir masada oturup muhabbet ediyorlar. Dış görünüşle dikkat dağıtmadan önce birbirlerinin muhabbetlerinden hoşlanıp hoşlanmadıklarına bakıyorlar. Ve Mary ile tanışıyor. Elinden kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Filmin sonunda ilk önce her günü iki kere yaşamaya karar veriyor. Mesela; günü ilk yaşadığı versiyonda çok stresli geçen bir duruşmadan ikincisinde zevk alıyor sonucunu bildiği için... Bu şekilde keyfini çıkaracağını düşünüyor. Sonra bundan da vazgeçip normal insanlara; "bir kere yaşayın ama anın tadını çıkarın. Hayatın kendisinden daha önemli hiçbir şey yok" mesajı veriyor ve kapanış...


Bu filmi sözlümle birlikte izledik. Ondan mı çok sevdim bilemedim ama çok sade bir anlatımı vardı, izlerken yormadı kafalar karışmadı ama çok keyif aldık. Rachel McAdams'ın bir de aynı kaderin kötüsünü yaşadığı "Zaman Yolcusunun Karısı" filmi var, onu da tavsiye ederim. Ama onunla kıyaslandığında diğeri çok duygu yüklü ve yorucu geliyor. Bu film çok daha softtu. Aşksa aşk, aile bağlarıysa aile bağları... Domhnall Gleeson'ı dediğim gibi ilk defa izliyorum. İlk etapta alışmakta zorluk çektim ama karakteri çok güzel yansıttı. Başka filmlerine de göz atmaya çalışacağım vakit bulduğumda. Böyle işte... İzlemediyseniz izleyin derim naçizane.

30 Mayıs 2014 Cuma

Küçük Aptalın Büyük Dünyası ~~ Pucca




Bu kitabı okumasam içimde kalırdı. PuCCa, blogunda yazdığı hayatını kitap yapmış. Ordan okumak bu zevki vermedi inanın.

PuCCa'yı ilk olarak twitterda takip etmeye başladım, çok eğlenceli şeyler yazıyor. Üslubu biraz sıradışı... Yani nasıl desem, terbiye sınırı diye bir şey yok. Özel hayatını olduğu gibi anlatıyor, çok samimi yazıyor ve o betimleme sıfatları yok mu:) Her okuduğum kitaptan bir şey almak zorunda mıyım, bir kere de gülmek için okuyayım dedim. İyi ki de demişim. Kısa bir sürede bitti zaten. Şu an 4 kitabı mı var piyasada. Belki sıkıldığım bir zamanda da diğerlerini okurum.

29 Mayıs 2014 Perşembe

300 Spartalı

Bu filmi izlemek için bu kadar geç kalmama çok üzüldüm. Ne zamandır aklımdaydı, en sonunda evdeki televizyon bozuldu da açtık bir film izledik.

Anladığım kadarıyla yazacağım, çok odaklanamamış olabilirim yer ya da insan isimlerine... Sene milattan önce 480. Kendisini dünyanın hakimi ilan eden Pers hükümdarı Xerxes denen yaratık; Yunan şehirlerinden biri olduğunu tahmin ettiğim Sparta'nın kralı Leonidas'a elçi gönderiyor. Leonidas da Gerard Butler, yakışmış ne yalan söyleyeyim. Neyse, elçi diyor ki; "Gel hükümdarlığımız altına gir, sen de rahat et biz de". Bu sırada Kraliçe baya bir sinirlenip lafa karışıyor. Elçi krala dönüp: "Bunca erkeğin olduğu bir yerde bu kadın ne cüretle böyle konuşabiliyor?" diye çemkiriyor. Kral Leonidas bu yorumu o kadar olgunlukla karşıladı ki şaşırmadan edemedim. Sonra elçi bir kuyunun başına kadar geliyor yürüye yürüye. Ve "ben elçiyim, elçiye dokunamazsınız böyle bir şey hiçbir yerde olmaz. This is madness" şeklinde konuşuyor. Leonidas da mealen diyor ki: "Buraya kadar gelip benden teslim olmamı istiyorsun, size savaşmadan boyun eğmemizi istiyorsun, bir de kraliçeme hakaret ediyorsun... This is Spartaaa" deyip bir tekmeyle Pers gevurunu ve beraberindeki ekibi o kuyuya yuvarlayıveriyor. Ülkesini savunmasına mı hayran olursun hanımını yedirmemesine mi :)

Burdan sonra işler pisleşiyor tabi ister istemez. Elçiyi kuyuya yuvarlamak savaş demek. Ama Sparta kahinleri "savaşa hayır" diyorlar ve kralın elini kolunu bağladıklarını sanıyorlar. Leonidas da yine hanımından almış olduğu gazla en iyilerinden 300 savaşçı seçiyor. Devletin ileri gelenleri yollarını kesiyor, savaşa izin çıkmadı bu yaptığın yasalara aykırı diyorlar. "Savaş mı? Savaştan bahseden mi oldu biz yürüyüşe çıkmıştık" diye bir cevap veriyor ki burda bir koptum. Velhasıl helalleşip yola çıkıyorlar. Konuşlanacakları geçide geldiklerinde karşılarında yüz bin kişilik bir ordu buluyorlar. Topu topu 300 kişi! 10 gün orda her türlü yaratığa, saçma sapan savaş hilelerine, her şeye karşı koyuyorlar. Bu sırada bizim yaratık Xerxes de gelip gidip teslim ol diyor. Ona da bir karşı koyuşu var ki helal olsun!


Filmden çok etkilendiğim için biraz fazla ayrıntılı anlattım. Ama izlemedim yaşadım diyebilirim. Elime bir mızrak verip salsalar ben de savaşacaktım... Filmi izlerken belki şikayet ettiğim tek şey: adamlar cıbıl! Yani şu yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi saklayacak bir şeyleri olmadığını gayet net bir şekilde ifade etmişler. Tamam Allah bağışlasın six packlerinizi de olan var olmayan var insafsızlar! Bir erkeğe meslek olarak bir memurluğu bir de askerliği hep çok yakıştırmışımdır. Kabul asker eşi olmak zor bir şey ama erkeğin doğasında bu var. Savaşmak, disiplin, güç! Kendi kardeşimde yakından tanık olduğum için söylüyorum, çocuğun günler haftalar boyunca tek çalışan kası parmak kaslarıydı. Olur mu böyle ya sen gençsin. O kaslar erkeklere öylece oturmak için verilmemiş. Ha tarla vardı da o mu çalışmadı? O da doğru ama yine de gençliğin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani filmi izlerken bayağı bir düşündüm bu durumu... Herneyse, bu filmi de sıkıldıkça açar açar izlerim artık, vatana millete hayırlı uğurlu olsun.


28 Mayıs 2014 Çarşamba

Senden Önce Ben ~~ Jojo Moyes

Kitabı okumadan önce yorumlara başvurmak ne kadar faydalı bir kez daha sorguladım. Beklentim o kadar yükselmiş ki kitap ister istemez sönük kaldı sanırım. Büyük, büsbüyük, kocaman bir aşk bekliyordum. Birbiri için yapamayacağı şey olmayan karasevdalı gençler. Eh kitabın ismine de bakınca "senden önce ben hiçtim kendimi seninle buldum" diyeceklerini de düşündüm. Tamaam bu kadar beklentiden sonra kitaba başlayınca her sayfada, "hadi ama parti ne zaman başlayacak?" diye diye okudum, kitap bitti ve o parti hiç başlamadı.

Kitabımızın konusu: Evini geçindirmek için çalışması gereken bir hatun var; esas kızımız. Bir de çok zengin olan, geçirdiği kaza ile tekerlekli sandalyeye mahkum kalan; yakışıklı, sivri dilli, zengin bir genç. Bu da esas oğlan. Kızın hiçbir hasta bakma kabiliyeti yok, ama zaten esas oğlanın annesi de bakıcı değil moral düzeltecek bir arkadaş aradığından sıkıntı da yok. Oğlan kazadan önce hayatı deli dolu yaşayan, maceradan maceraya koşan ve çapkınlığıyla ün yapmış birisi. Ama kazadan sonra göğsünden aşağısını hissetmiyor ve bu da onu yıkıyor ister istemez... Tahmin edileceği üzere bir aşk alevleniyor, bir dakika alevleniyor deyip beklentiyi yükseltmeyelim; kıvılcımlanıyor. Şöyle ağız tadıyla coşkulu bir Leyla&Mecnun öyküsü okuyamıyoruz beklemeyin. Sonu da benim istediğim "happily ever after" sonlarından değil. Bittiğinde yazara adam akıllı sinirlendim. "Bak atarım bu kitabı, yakarım. Bu ne biçim son?!" gibi gibi tepkilerim bir yarım saat sürdü sanırım... Kitabın anlatımı süperdi, okurken hissettiklerim güzeldi ama bir türlü zirveye ulaşamadık. Bittiğinde felçli insanların hayatları ile ilgili daha çok şey öğrenmek için ufak bir araştırma yapmadan da geçemedim. Sanki hiçbirimizin hayatında böyle bir şey olmaz, sonsuza kadar sağlıklı kalacağımız garanti gibi ne güzel yaşıyoruz. Ha bu ihtimali gözönüne alıp ne yaptın derseniz, sadece hayatlarını kolaylaştırmak için ne yapılabilir diye araştırdığımla kaldım. Allah dert sahiplerine sabır kolaylık versin...

Velhasıl yine tavsiye etmemeye gönlüm razı olmuyor bu kitabı. Okunsun ama çok bir şey beklemeden okunsun...

Duyguların Rengi ~~ Kathryn Stockett


Kitabı elimde almadan haftalar önce filmini izlemeye niyetlenmiştim. Hikayeyi on dakikalık bir kesitte yukarıdaki resimde görülen karakterlerle izlemiştim. Kitap boyunca gözümde canlananlar da mecburen bu hatunlar oldu:)

Kitabın konusundan kısaca bahsedeyim: Olaylar İngiltere'de zencilerin beyazlardan aşağı görüldüğü dönemlerde geçiyor. Banliyö tarzı bir muhitte beyaz ev hanımları ve onların parmaklarını bile kımıldatmamalarına adanmış zenci yardımcıları yaşıyor. Öyle bir zaman ki, zenciler ve beyazlar aynı yerden alışveriş edemiyor, aynı okula gidemiyor, aynı hastaneye gidemiyor, aynı yerlerde yaşamıyor, hatta evdeki yardımcılar ev sahipleri aynı tuvaletleri bile kullanamıyor. Ola ki zencilerden hastalık bulaşır diye önlem alınıyor. Bu kadar önleme ve dışlamaya karşın, beyaz bayanlar bu insanların bebeklerini büyütmesinde bir sakınca görmüyorlar.

Ana karakter Aibee de çalıştığı evin minik kızını büyütüyor, ilgisiz annesinin boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Baktığı çocuklar renkleri ayırt etmeye başladıklarında, yani zenci ve beyazların farklı ırklar olduğunu anlamaya başladıklarında dayanamayıp işlerinden ayrılıyor. Ama bu sefer yetiştirdiği bu minik kızda bir değişiklik yapmaya karar veriyor; zencilerin de normal bireyler olduklarını aşılamaya çalışıyor çocuğa... Bu sırada hanımının arkadaşlarından bir tanesi de kendisini yetiştiren sonra bir anda ortadan kaybolan zenci bakıcısının izini sürmeye çalışıyor. Ondan aldığı sevgiden dolayı zencilere bu şekilde ayrımcı davranılmasını kabul edemiyor. Bir yandan da yazar olmaya çalışan ev hanımının arkadaşı, herkesin bilip görmezden geldiği bu ayrımcılığı kağıda dökmeye çalışıyor.

Kalınca bir kitaptı ama açıkçası sonunda ne olacağını meraktan ve karakterleri arkadaşlarım gibi hissetmeye başladığımdan bir çırpıda bitti. Sonunda hayal kırıklığına uğradım. Ben lisedeyken okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde giriş gelişme ve sonuç olurdu. Şimdiyse bu kaçıncı kitap olacak bilmiyorum; kitaba girişiyoruz, olayı da geliştiriyoruz sonra pat diye ortada kalıyoruz. Ee nerde bunun süper finali? Yani klişeleşmiş olmasın diye böyle yapılıyorsa lütfen bırakın klişe sonlar olsun. Hevesim kursağımda kaldı resmen... Ama okuduğuma pişman değilim çok güzeldi, varsın sonu sönük kalsın...

27 Mayıs 2014 Salı

Yeni Çılgınlık: 2048!

Bu oyunları çıkaranlar resmen hayatımızdan çalıyor! Keşfedeli 2 gün oldu sanırım, akşamları eve kendi rekorumu kırma hırsıyla gidiyorum. Bir de akıllı telefonum falan olsa işyerinde çalışamazmışım Allah korusun. Oynayanlar bilir ama bilmeyenler için, sayıları hareket ettirerek 2'nin katlarıyla 2048'e ulaşmaya çalışıyorsunuz. Her hamlede yeriniz biraz daha daralıyor.Ama henüz 512'nin üstüne ulaşamadım.

Aslında bağımlılık yaratacağını anladım duyar duymaz, hiç bulaşmayayım dedim Ama sözlüm sağolsun birkaç kez rekor kırıp twitterden ekran görüntüsü paylaşınca "bu ne ola ki" diye bakmadan edemedim.

Zamanımı alıyor ama "Candy Crush" oynamaktan iyidir. En azından zekamı da canlı tutuyordur deyip kendimi rahatlatmaya çalışıyorum:)

Uygulama Önerisi - Spotify


Geçtiğimiz günlerde sözlüm sağolsun, yeni bir uygulamadan haberim oldu. Malum youtube yasaklandı, müzik dinlemek için on takla atıyorum. İnternet hızı da fiber(!) hızda olduğu için radyolar takıla takıla beni verem ediyorlardı akşama kadar. Sonra bu program/uygulama ile tanıştım.


Aklınıza gelebilecek her türlü şarkıyı bulmak mümkün. Sanatçı olarak, albüm olarak, şarkı olarak aratabiliyorsunuz. Aslında bundan daha çok hoşuma giden, modlara göre şarkılar var. "Workday", "Sunset", "Brain Food" gibi farklı moodunuza göre derlenmiş şarkıları kesintisiz radyo keyfiyle dinleyebiliyorsunuz. Dinlerken beğendiğiniz parçalara daha sonra erişebiliyorsunuz. Hani radyo dinlerken "ah yaa bir şarkı çok hoşuma gitmişti ama neydi ki?" diye dövünüp dururuz ya, ona da çare bulmuşlar yani.

Dahası bir sosyal platform. Facebook ile bağlanıp arkadaşlarınızı ekleyebiliyorsunuz. Benim arkadaşlarımdan kullanan olmadığı için burdan ilerisinde neler yapılır çok bilmiyorum ama tahminim arkadaşlarımızın beğendiği şarkıları vs görebiliyor olmamız lazım. Değilse bile yapılsa süper olur:)

İnternette nedir ne değildir diye ararken taa sene 2008'e ait ekşisözlük'te açılmış başlıklar buldum. "İleride bu program yaygınlaştığında kimse şarkı indirmeyle falan uğraşmayacak" demişler. Ehh o kadar yaygınlaşmadı demek ki henüz, bizim kulağımıza yeni geldi valla. Hemen etrafımda kim var kim yok herkese önerdim. Bu nimetten arkadaşlarım da yararlansınlar istedim. Ecnebiler yapıyor yaa yine yapmışlar en güzelini...

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Çocuk Yaparım da, Kariyer de Yapar Mıyım?

Arkadaş çevrem her geçen gün biraz daha evli insanlardan oluşmaya başlıyor. Her gittiğim nişanda düğünde biz ne olacağız ne zaman evleneceğiz diye düşünmeden edemiyorum. Yeni nişanlanan arkadaşlarımın bile düğün tarihleri, nerede oturacakları belli. Biz tamamen belirsizlikler dünyasında yaşıyoruz. Şöyle şöyle olursa seneye evleniriz ama olmazsa ne zaman olur belli değil... Sürekli olasılıklar hesaplıyoruz. Yapım gereği böyle belirsiz durumlar bende çok fazla RAM'den yiyor. Başka şeylerle de ilgilensem arka planda hep bunlar var kafamda. Bazı arkadaşlarım çocuk sahibi olunca hele. Alıyor beni bir düşünce. Tabii ki şimdi bunlar için erken, zamanı geldiğinde kader ne gösterir bilemem ama yine de düşünmeden edemiyorum.
Yine yakın zamanda bir arkadaşım doğum yaptı. Bir bankada güzel bir pozisyonda çalışıyordu ve başarılıydı da. Ama anne olunca işten ayrılmış diye duydum. İlk içimden geçen "helal olsun". Bu o kadar zor bir karar ki benim için. İlk tepkim tebrik etmek oluyor. Sonra ben naparım diye düşünüyorum. Şimdi ilk olarak bu karar sadece benim duygularıma değil eşimin cüzdanına da bakar. Çünkü tek maaşa düşeceğiz ve ailemize bir birey daha eklenecek ve şimdiden ev borcu ödüyoruz sayemde. Hadi diyorum durumumuz da var diyelim. Ben bu yaşıma kadar babamdan bile para isteyemez çekinirdim, o harçlığımın bittiğini farkedince versin diye beklerdim. Adım gibi eminim eşime yük oluyorum gibi düşüneceğim ve hiç rahat hissetmeyeceğim. İstediğim gibi para harcayamayacağım. Her ne kadar sözlümden Allah razı olsun, bu konuyu ne zaman açsam beni rahatlatır. Kendimi kötü hissetmeme neden olacak bir davranışı olmayacaktır eminim. Sıkılacağımı falan hiç düşünmüyorum. Bazı arkadaşlarım mesela, evde ne yapacağım sıkılırım hep çocukla. Asosyal olurum gibi düşünüyorlar. Ama senin evde çocuğuna bakan annen bunları düşünmüyor torunu için hepsinden fedakarlık yapıyor ya da parayla tuttuğun bir insan da aynı şekilde. Sen anneyken bu kadar fedakarlık yapamıyorsan zaten yapma boşver. Bir de düşünüyorum, bakıcı gelecek diye evde değerli bir şey bırakılmıyor, zinetler bankalarda kasalara koyuluyor. Ama en değerlini o insana bırakıyorsun. Bunu aklım almıyor.

Aslında yanlı baktığımın farkındayım. Annesi çalışan bir çocuğun büyüdüğünde çocuğuna kendisinin bakmak istemesi kadar normal bir şey olamaz tahminim. Kardeşim de benim gibi, eşinin çocuklar olduktan sonra çalışmasını istemiyor. O benden de zor bir çocukluk geçirdi. Annem çalışmaya geri döndüğünde ben en azından 9 yaşındaydım ama kardeşim 7 yaşındaydı ve okula yeni başlamıştı. Annem hiç ama hiç ilgilenemedi. Kardeşimin ağladığını çok iyi hatırlıyorum. Okula gitmek de istemiyordu yazı yazmak da okumay ıöğrenmek de. Annemin ilgilenmesini istiyordu sadece, ama annem iş için kurslara gitmek zorundaydı. Sonra kardeşim ömür boyu derslerden hep nefret etti. Kendisiyle başbaşa kalıp kimseyle konuşmadan yapabileceği en iyi işi seçti ve yazılımcı oldu.

Çocukluğum boyunca, eğer çalışan bir anne olmayı seçersem çocuğumun yaşaması muhtemel her şeyi ben zaten yaşadım ve gördüm ki olmuyor. Olmuyor yani. Annem her zaman yorgun ve sinirliydi. Evdeki işler yetişmiyor, çocukları ve eşiyle istediği gibi ilgilenemiyor. Buna karşın iş yerinin verdiği sorumlulukları da dört dörtlük yapmak istiyordu. Her alanda mükemmel olmaya çalışmak kadar zor bir şey olamaz. Sonra normal olarak evden ve bizden fedakarlık yapıyordu. Bu da kendisini yetersiz hissettirdiğinden, hayatından hiç memnun olmadı. Hepsi bizim geleceğimiz içindi biliyorum. Ama ne işe yaradı anne? Sen bizi bırakıp ahirete göçtün gittin. Babamın banka hesabını kabartmaktan başka hiçbir işe yaramadı o kadar çalışman. Biz tek maaşla da gayet güzel geçinirdik. İki maaş olunca da lüks yaşamadık zaten. Sadece birikti o para, hiçbir hayrını görmedik. İşi bıraksaydın belki sen de bu kadar yıpranmaz gencecik yaşta kanser olmazdın. Hepsi kader tabii ki, olacağın önüne geçilmiyor. Ama o yıllarda yaşadığımız şeyleri ben de yaparak tecrübe etmeme gerek yok.

Peki, işi bıraktım diyelim. Çevrede malesef öyle bir algı var ki sanki evlenip çocuk yapınca işi bırakan kadın kolaya kaçıyor. Çalışmaktan kaçmak için evlenip çocuk yapıyor, kocasına kendisine baktırıyor gibi düşünülüyor. Bu nasıl hastalıklı bir düşünce şekli bilemiyorum. Böyle düşünen hatunlar var mıdır, vardır muhakkak ama çoğu kadın böyle düşünmez. Çocukluğumdan beri oku kızım, kolunda altın bileziğin güzel bir işin olsun. Ekonomik bağımsızlığın olsun kocanın eline bakma diye yetiştirildim. Anadolu lisesine gittim, güzel bir üniversitede ağır bir bölüm okudum. Bunların hiçbirini yaparken evleneyim kocam baksın bana yaa demedim. Bu kafada olsam okumazdım kendimi yıpratmazdım. Çocuk gelişimi okurdum en azından çocuklarıma bakacaksam işin ilmini bilimini öğrenirdim değil mi? Lisede de kız meslek lisesine giderdim. Bunları aşağıladığım için söylemiyorum, sadece anadolu lisesinde fen bölümü okumaktan daha kolay olurdu ve hayata dair daha faydalı bilgiler öğrenirdim demeye çalışıyorum. Çocukluğumdan beri hep çalışacağım düşüncesiyle büyüdüm. Müstakbel eşim de bu kadar anlayışlı olmasaydı kesinlikle lafını bile etmez, yüreğime taş basar çocuğumu herkes nasıl bırakıyorsa öyle bırakır işe giderdim. Ama çok eminim yapamayacağım:(

Daha önceki yazılarımda da hep bahsettim bu konudan. Çünkü sürekli aklımda. Sürekli evden ne yapabilirim nasıl bir şey yapabilirim ki ben işten ayrıldığımda bile faydalı olur yuvamız için diye düşünmekten devreleri yakmak üzereyim. Ciddi manada çok kafama takıyorum ama önümde herhangi bir örnek de olmadığı için çok da faydalı sonuçlara ulaşamıyorum. Tek yapabildiğim maaşımı mümkün olduğunca az harcayıp kenara para koymaya çalışmak. Allah kolaylık versin. İnşallah ileride bu yazılarıma bakınca; "o kadar kafa yordun ama sonunda buldun. Aferin kız sana!" derim:)




14 Mayıs 2014 Çarşamba

Yazmayalı kaldığım yerden devam edeyim. Sonraki hafta da sözlüm için nişan alışverişine çıktık. Çok güzel geçti. Benimkinde hem üzüntü, panik hem de hayal kırıklığı tarzında duygular varken onunkini yaparken gelecek güzel günlerin hayalleriyle geçti tüm gün. Eminönü'nden başladık gezmeye. Pijama tarzı ihtiyaçları ve saatini ordan aldık. Onları eve bırakıp takım elbise için Ümraniye'ye geçtik. Orda da ona çok yakışan havacı mavisi ve açık füme renklerde iki takım elbise aldık. Çok istediğim kol düğmesini kravatla set olarak aldık. Her şey çok içime sindi. Hiçbir eksiği kalmadı çok şükür. Eminönü'nden bohça için sandık da almak istiyorduk ama sandık sonradan çok kullanışlı olmaz belki diye midye kabuğu şeklinde yapılan sandıklardan aldık. Şekli çok estetik geldi gözüme. İlerde de nasip olursa banyoda çamaşır makinesinin üzerinde koyup içine havlu vs koymak istiyorum...

Sonra geçen hafta kardeşimi askere gönderdik. Balıkesir'de yapacak çok şükür. Sırf askere gitmeden onu görmek için kalktım eve gittim. Ama toplasam bir saat belki görmüşümdür. Nişanlısı o daha kalkmadan geldi ve hemen kahvaltı yapıp hanım köye gittiler. Sanki gelin kızın akrabalarının görmesi benim görmemden daha önemli gibi. Sonra onlar da anlamış olacaklar ki ben gitmeden geri geldiler. Ama sağolsun yine gelinimiz, kardeşimi beş dakika bile hatta 20 saniyeden fazla benimle yalnız bırakmadığı için hiç görüşemedik desem yeri. Birsürü insanın içinde konuşamadık bile:( Bu konudaki burukluğumu hiç unutmayacağım...

O akşam sözlüm beni İstanbul'a bıraktı. Bütün yol boyunca ağladım. Artık bazı şeyleri kaldıramıyorum. Eskiden yuvam diye koşarak gittiğim yere artık zorunluluklar dışında gitmek istemiyorum.. Ama İstanbul'a geldiğimizde kendime geldim. Çok güzel zaman geçirdik. Balonların prototipi gibi tasarlanmış dilek şeylerinden sırf ben merak ettiğim için o saatte bir tane aldık. Ateş bulmak için Kız Kulesi'nden Harem'e kadar yürüdük. Sonra sözlüm zorlu bir süreç sonunda yakmayı başardı. Aslında nişanımızda isteyen gençlere bunlardan dağıtmak istiyordum, hava inşallah şansımıza güzel olursa açık alanda olacağı için çok güzel bir görüntü olur diye düşündüm ama yakmak o kadar da kolay değilmiş gerçekten... Sözlümün sabrına her seferinde daha da hayran kalıyorum. Annemin kabrini de ziyaret ettik o haftasonu. Üzerinde çıkan yabani otları temizledi, yeni çiçekler diktik anneler günü için... O kadar sabırlı davrandı ki o uğraşırken onu izlemekten kendimi alamadım. Bir kere de bu güneşin beyninde çok mu lazımdı bunları dikmemiz demedi. Akşam da aynı şekilde yakarken bir ara küçük baloncuk denize düşme tehlikesi geçirdi, peşinden koştu yakaladı yeniden göğe saldık. Ben mutlu olayım diye uğraşırken ben de onu seyrettim, Allah'a şükrettim karşıma onu çıkardığı için... Bir kapıyı kapatınca birini açarmış derler ya o misal. Sonrasını da hiç unutmayacağım... Günlerden 4 Mayıs'tı...

Uykularım kaçtığı için deli gibi kitap okuyorum. Bir ayda 3 kitap okumuşum aferin bana:) Bu yıl geçen yıldan daha verimli geçer umarım. Sözlüm roman okumanın çok boş olduğunu düşünüyor. Sana bir şey katmıyor diyor. Ama bu film izlemekle aynı şey. İzlediğimiz hobit filmleri de bize felsefik bakış açışı kazandırmıyor ama yine de izliyoruz değil mi? Biraz kafamı dağıtmak istiyorum, hayal dünyamı öcanlı tutmak istiyorum, başka ülkelerde gezmek, başka hayatlara dokunmak, delice aşkları hissetmek istiyorum... O yüzden de okuyorum işte:)

Bugün malesef tüm bunlardan daha önemli bir haberle uyandık malesef. Soma'da bir maden ocağında trafo patlamasından sanırım çok acı bir olay meydana geldi. Şu an kaybımız 205 madenci. Allah ailelerine sabır versin. Hala da içerde kurtarılmayı bekleyen işçiler var. Bir işçinin göçükten çıkarıldığında sağlıkçılara söylediği söz mahvetti bizi. "Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin." Ben oturduğum yerden bırak kirlensin abim sen kurtulmuşsun ya diye seslenmek istedim. 3 gün ulusal yas ilan edildi... Bu sırada sorumlular açıklarını kapatacak bir bahane bulurlar herhalde... Keşke kömür kullanımına hiç gerek kalmasa. Hiç gün ışığı görmeden bir ömür harcamak için o insanlara verdikleri bedel ise ayda 1600TL bir maaşmış... Allah hepsine rahemt etsin, geri kalanlara yardım etsin:(



25 Nisan 2014 Cuma

Son Zamanlarda...

Geçen hafta cumartesi günü kayınvalidem ile nişan alışverişine gittik. Ben sabah tüm pozitifliğimi de toplayıp kendimi tüm gün sürecek gezi için enerjiyle depolamıştım. Sonra nerdesiniz diye aradığımda kayınpederim ve kayınbiraderimin de geliyor olduğunu öğrendim. Kayınbiraderim deyinde büyük biri anlaşılmasın 12-13 yaşlarında bir çocuk:) Ama yine de bu alışverişte ne işi var?!! Tüm moralim çöktğ tabi, sözlüm zılgıtı yedi çünkü annesine bir şey diyemezdim. Sadece hassasiyetimi belirttim. Bu alışverişi onun yanında yapmak istemediğimi, rahatsız olacağımı... İlk önce dükkanların dışında bekler ne olacak dedi ama sonra kendisi de bana hak verdi. Çocuk gereksiz yere gezdi ve sıkıldı. Sonra akşam saatlerine doğru tüm dükkanların kapanmasına yakın biz gelmişken her şeyi halledelim dedik, ufaklığı yemek yemesi için bir lokantaya bıraktık ve açık kalan dükkanları gezmeye çıktık. Eminönü'ndeki dükkanlar cidden bir garip. Kızlara kapatıyor musunuz diye soruyorum, kapatıyoruz demiyorlar ama bir an önce bitsin diye çok çeşit de çıkarmıyorlar.Bu var, beğenirsen... gibi önünüze kutuları atıyorlar. Ben de baktım acele acele karar vermeye çalışıyorum ağlayacak gibi oldum. Bundan önce bir en yakın arkadaşımın bir de kendi kardeşim için bohça alışverişine çıkmıştım, kendi alışverişim böyle mi oldu yani diye çok üzüldüm. Sonuçta o acele ettiren dükkanlardan almadık ama çok benim istediğim gibi de olmadı:( Allah başka dert vermesin ama o gün yaşadığım stres, üzüntü beni çok yordu.

Onun dışında her şeyi fazlasıyla aldık, istemediğim giymeyeceğim hiçbir şey almadık. 23 Nisan'da da terziye gidip nişanlık elbise için konuştuk. Ben pudra pembesi üzerine siyah dantel istiyordum. Ama kayınvalidem bu fikirden hiç hoşlanmadı ben bal gibi de farkındaydım. Ama bir elbiseyi üstüme giydim, o pembenin üstüne siyah çok iddialı oldu sanki. O yüzden vazgeçtim danteli de aynı renkten olacak. Bu arada malesef kapanma düşüncemi hala hayata geçirebilmiş değilim. O gazla yapacaktım kendime o kadar kızıyorum ki... Velhasıl bir de kapanmak isteyen bir açığın taleplerini terziye anlatmaya çalışıyorum. O bile sordu kapanmayı düşünüyor musun diye. Söyleyemedim tabi ama evet bebeğim tam üstüne bastın demek istedim... İnşallah sonrasında hiç pişman olmayacağım bir şeye karar vermişimdir...

Bu haftasonu da kısmet olursa sözlüm için nişan alışverişine çıkacağız. Alacakalrımızın listesini hazırladım şimdiden... Ben tabi ki onu mahcup edecek kimseyi götürmeyeceğim. :(

16 Nisan 2014 Çarşamba

Kitaplarımı Bir Hizaya Sokmanın Zamanı Geldi



www.ukitap.com sitesini keşfettiğimde buraya da yazmıştım. Şu an o site sayesinde okuyup kenarda bekleyen kitaplarımı yenileriyle büyük bir oranda değiştirdim. Sürekli kitaplar geliyor biryerlerden. Ben okumaya yetişemiyorum. Siteyi açandan Allah razı olsun, cidden önemli bir amme hizmeti yapmış oldu. Böyle devam ederse kendisi de faydasını görecektir, iyi bir fiyata satar büyük ihtimalle.

Herneyse. Kargolar işyerine geldiği için, şirkette masamın etrafı okunmayı bekleyen kitaplarla dolu. Okumak için kendime liste yapsam iyi olacak.
--14.05.2014 güncellemesi: Bir ayda bu listeden 3 kitabı okumuşum bile. Aferin bana:)



Okuyorum:
Deniz Feneri Yolu

Duyguların Rengi. --Okundu
Senden Önce Ben --Okundu
Pucca Günlük Küçük Aptalın Büyük Dünyası --Okundu

Sıradakiler:
Aşkın Ev Hali
Kuran'la Yaşamak
Cennete Götüren Namaz
Steve Jobs
Dünyanın İlk Günü
Mesnevi Terapi
Neslişah
Bedeli Ödenen Günahlar
Ben Ölmeden Önce
Zor Oyun
Asıl Gerçek
Şizofren

Hızlı hızlı okuyup yeni güncellemelerle geriye dönmek dileğiyle...

15 Nisan 2014 Salı

Biraz Hareket Gerek

Mesai olan bir günüm şu şekilde geçiyor:

-Sabah 5.50'de kalkış.
-6.45'de evden çıkış.
-7'de iş yerine varış.
-18'de işten çıkış.
-18.40 eve varış.
-19.30'a kadar yemek faslı.
-22-23 arası yatış.

Bu saatler içerisinde toplamda 50 adım atsam kâr. Ve cidden yıllar bu şekilde geçip gidiyor. 2,5 yıldır çalışıyorum ve hergünüm bu şekilde geçiyor. Son birkaç aydır kilo almaya da başladım. Ev arkadaşlarımla spora başlamaya karar verdik, zira sağlık problemleri baş göstermeye başladı. Gidebileceğimiz iki yer vardı, birisi bizim mahallemizdeki B-Fit şubesi. Diğeri de Ümraniye'de bir fitness salonu. Ümraniye'dekine benim işten gelip hazırlanıp geçmem zaten imkansız hale getiriyor, ben o yorgunlukla eve geldikten sonra büyük ihtimalle kalkıp otobüse binip oraya gitmem. B-fit için de görüşmeye gittiğimde malesef antrenör bayanı çok mesafeli buldum. Başladığımda çok fazla anlaşabileceğimizi düşünmüyorum.

Velhasıl, tüm bu etkenler birleşti ve eve koşu bandı aldım. Spor salonuna vereceğim parayla evimde yapacağım sporumu. Zaman kısıtlaması, yetiştim yetişemedim sıkıntısı olmayacak. Geçen hafta sipariş verdim, iki gün içerisinde getirdiler. Kurulumunu saatte anlaşamadığımız için kendim yaptım. Burdan sonra burada da ufak bir spor günlüğü tutmayı düşünüyorum. Hergün ne yaptım ne ettim yazayım ki takip edebileyim. Dün akşam vücut ölçülerimi de aldım, hafta hafta ölçeceğim. Diyet uygulayamıyorum kendimi biliyorum yemeyeyim dedikçe daha açgözlü oluyorum. Şimdilik sadece normal yeme düzenim + spor olacak. Eğer bu şekilde bir katkısını görmezsem mecburen dikkat etmeye çalışacağım.

 
İlk denememi Pazar günü yaptım. 1 saat yürüyüş yaptım, koşmak benim tarzım değil:) Daha doğrusu alışık değilim diyelim alıştığımda koşmayı da düşünüyorum. Yüksek tempoda 1 saat yürüyüşle yaktığım kalori 70! Bir elmaya falan denk geliyor herhalde:) Bir akşam yürüyüş, bir akşam plates yapmayı planlıyorum. İnşallah devam ettirebilirim. Bu kadar hareketsizlik şimdi patlak vermese de ilerleyen yaşlarımda sıkıntı olacaktır eminim.

Bu akşam yürüyüş akşamı:) Dün forumları gezdim nasıl spor yapıyor insanlar görmek için. Kendimden utandım, aynı zamanda da hırslandım. Ama anlık gazlardan ziyade devamlılık lazım bana. Her Türk evladı gibi büyük bir gazla işe girişip iki gün sonra sallamam umarım. Kendimi Takipteyim.

16.04.2014 --> 30 Dk Yürüyüş
17.04.2014 --> 15 Dk Plates
18.04.2014 --> 60 Dk Yürüyüş 75 Kalori
21.04.2014 --> 60Dk Yürüyüş 82 Kalori 4.66 Km
24.04.2014 --> 60Dk Yürüyüş 70 Kalori 4.2 Km


7 Nisan 2014 Pazartesi

Hayatın Acı Gerçekleri

Cumartesi günü güneşli sıcacık bir güne uyandım. Ev arkadaşlarım günlerini gün etmek için dışarı çıkmışlar, ben de evde yalnızdım. Biraz internette gezinip çalışmayı planlıyordum. Tabi ki kullar plan yapar ama son sözü Allah söyler. Babam aradı. Dedem vefat etmiş Çanakkale'ye gidiyormuş. Ben de geleyim dedim hemen evden çıkıp Esenler'e gittim. Kalp krizi demişler ama biz ciğerlerinden kaynaklandığını düşünüyorduk. Çünkü daha önce de kalbi durduğunda kriz sanmışlar, oysa ki ciğerleri iflas ettiği için nefes alamamış ve kalp o yüzden durmuş.

Kardeşim bizim otobüsümüze yetişemedi, gece yola çıktı. Bizse 7 saatlik uzun bir yolculuk sonrasında memlekete vardık. Gittiğimizde babaannem yatıyordu. Yorgun düştüğü için uzanmış ama bizim geldiğimizi görmeden de uyumamış. Arada bir ağlıyordu.

Dedem geçen sefer kalbi durduktan sonra iyileştiğinde babama demiş ki, "anan ben öldüğümde ağlayacak mı çok merak ediyorum". Babaannem Çerkez'dir, duygularını kolay kolay belli etmez. 60 yıllık evliliklerinde hiç ağlamamış. Dedemse özellikle son yıllarda hemen her şeye gözleri dolar hale gelmişti. O yüzden nasıl bir acının babaannemi ağlatabileceğini merak etmiş herhalde... Böyle bir acı ağlatabiliyormuş demek ki dedecim. 60 yıllık hayat arkadaşını kaybetmek dayanılmaz bir acıymış demek ki...

Ertesi sabah sözlüm ve ailesi de yola çıktılar. Sonra babamın iş arkadaşları gelmişler Allah razı olsun. Cenaze çok kalabalıktı. Ama birisinin kadınlara cenaze evinde oturma âdabı dersi vermeli. Annemin vefatında da böyle olmuştu. Babaannem köşesinde üzüntüden kendinden geçmiş oturuyor, odada birileri dedikodu yapıyor, gülüyor... Halam az kaldı herkesi kalaylayacaktı gözlerinden ateş çıkıyordu, haklıydı da. Ben de annem vefat ettiğinde gelen arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum ama yaptıkları densizliği de hiç unutmayacağım. Ben ağlarken onların bir şeylerden bahsedip gülmeleri çok içime dokunmuştu. Üzülüyor gibi yapmak zorunda değiller ama en azından gülmeyin! Kuran okuyun, Fatiha okuyun, dua edin ve şu çenenizi bir kaç saatcik kapatın!

Köyümü çok özlemişim, yemyeşil mis gibi. İnsanları sıcak. Teyzeler tek tek yanıma gelip sen kimin gızısın bakaam diye sordular. Hepsiyle de ya akrabaymışız ya da annemle babamın düğününe gelmişler:)  Bu sıcaklık da hiçbir yerde bulunmaz sanırım. Başka hiçbir yerde yolda birini görüp durdurup sen kimin gızısın diye sormazlar.

Babamı orda bıraktık. Sözlüm ve ailesi arabayla gelmişler biz onlarla döndük sağolsunlar. İzmit'teki evin anahtarını almayı unutmuşuz, o yüzden İzmit'ten İstanbul'a geçmek istedik ama kayınvalidem o kadar ısrar etti ki bizde kalın diye... Teklif etmesi güzel ama münasip olmaz kendisi de biliyor. Kendi kızını daha sözlüyken eniştemin evinde kalmaya yollar mıydı? Yollamazdı tabii ki. Kardeşim zaten asabi bir tip malesef. Bir de sözlüm tutturdu ben arabayla götürürüm diye. Onun da sabah Bolu'ya otobüsü var uyuması lazım. Kayınpederim de bunun üzerine "arabayla götürmeye ne gerek var ya kalın ya da otobüsle gidin" deyince kardeşimde şarteller attı. Yaw biz de bizi İstanbul'a bırakın demiyoruz ki. Allah razı olsun buraya kadar getirdiniz, biz otobüse biner gideriz dedik bir de onun demesine ne gerek var. Kardeşim de kızdı bir şeyler söylendi. Hemen sus diye uyardım, sonuçta kötülüğümüze demediklerini biliyorum ama bir kırgınlık bir ömür sürer. Aradaki bağları kırgınlık olmadan sürdürmek için elimden geleni yapıyorum. Kardeşimin bir anlık öfkesi yüzünden eşimin ailesiyle küs olamam kimse kusura bakmasın. Ama biz kararımızı vermişiz neden başkaları bizim yerimize tartışıyorlar o da bir ilginç Biz diyoruz ki otobüse binip gidiyoruz, onlar aralarında kalsalar mı otobüsle mi gitseler biz mi bıraksak diye tartışıyorlar. Ne gerek var... Velhasıl kavga gürültü günü bitirdik. O saatte otobüse binip bir de İstanbul'a geldik. Haşatım çıktı iki gün uykusuz yollarda geçirince. Bugün işten izin aldım. Evden çalışacağım mecbur ama bu halde sabahın köründe kalkıp giyinip işe gidemezdim kimse kusura bakmasın.

Allah rahmet eylesin dedecim. Nur içinde yat.

4 Nisan 2014 Cuma

Düğün Dernek

Geçtiğimiz haftasonu uzun zamandır sinemaya gitmedim deyip attım kendimi bir alışveriş merkezine. Yine güzel filmler vardı vizyonda, ama ben sadece gülmek ve kafamı dağıtmak istediğimden (biraz da hakkında çok güzel yorumlar aldığımdan) Düğün Dernek'i kurban seçtim. Filmin konusunu Beyazperde.com çok güzel özetlemiş oradan alıntı yapalım:

"Sivas'ın Esenyurt köyünde yaşayan İsmail'in oğlu Tarık bir gün yurt dışından çıkagelir. Önce her zamanki gibi bir memleket hasreti gibi görünse de bu ziyaretin altındaki esas neden çabuk ortaya çıkar: Tarık görevli olarak çalıştığı Letonya'da Monica adlı bir kızla beraberdir ve aynı ülkede çalışmak için tek yol evlenmeleridir! Kendisinin olurunu almaya gelen oğlunu düğünsüz evlendirmemeye kararlı olan İsmail, alelacele bir düğün telaşına girer. Ama çok hazırlıksız yakalanmıştır. yine de "Ben oğluna düğün yapamadı dedirtmem!" diyerek Tüpçü Fikret'i, Çetin'i ve köyün öğretmeni Saffet’i seferber ederek elde avuçta para yokken 10 gün içerisinde sazlı-sözlü bir düğün hazırlığı içerisine girer! Fikret Sivas'taki 'bağlantılarını' kullanarak önce bir otel düğünü için söz verse de, işler sarpasarar ve köy meydanında mütevazi bir düğün hazırlığı başlar. Tam her şey çözüldü derken, esas curcurna düğün gecesi kopacaktır. Devenin sırtında kaybolan gelinden, Rusya'dan gelini geri götürmeye gelen mafyaya kadar Tüpçü Fikret ve Çetin'i bin tane bela beklemektedir! "
Ben Ahmet Kural'ın tiplemesinin başı çekeceğini düşünmüştüm ama resmen tüm karakterler başroldü. Fragmanlarında sürekli Tüpçü Fikret görüldüğü için onun rolü daha ağırlıklı olur gibi bir algı oluşmuş ama bu sefer Çetin rolündeki Murat Cemcir süper bir oyunculuk ortaya koymuş. Filmi o yürütmüş desem yeri. Çooook eğlenceliydi, sürekli kahkahalar içinde gülmedik ama dozajında kahkaha attırdı. Gerçi arka sıradaki teyzeler belli ki gülmeye gelmişler, her dakika kahkahalarını esirgemediler:) Küfür, argo ve belaltı sahnelerin olmasına kendimi iyiden iyiye hazırlamıştım ama çok şükür öyle bir saçmalık yapmamışlar. Bunun için de adıma çok teşekkür ederim. Birkaç yerde Fikret küfürü bastı ama o kadar da olur dedim.

Benim gibi kafa dağıtmak, hayattan yoğunluktan biraz uzaklaşmak ve gülmek isterseniz gönül rahatlığıyla Düğün Dernek'e bilet alıp koltuğunuza kurulabilirsiniz. İyi seyirler:)

1 Nisan 2014 Salı

Namaz Öyküleri ~~ Süheyl Seçkinoğlu


Namaz ile ilgili kitap okumayalı çok olmuştu. İlmihallerde namazın önemine dair yazılan yazılar çok değerli ve çok bilgi verici. Ama aynı şeyleri okudukça bir süre sonra insan kanıksıyor malesef. Günlük koşturmaca içerisinde yok olan derincen hissetme duygusunu geri kazanabilmek için böyle can alıcı namaz hikayeleri okumak çok iyi geldi. Tanıdığımız isimlerin (Ömer Seyfettin, N. Fazıl Kısakürek, vb...) namaz ile haşır neşir olmalarına dair çok etkileyici öykülerle başlıyor kitap. Sonlara doğru ise Peygamber Efendimiz'in namazları ve Sahabe Efendilerimizin namaz aşklarına dair yazılar yer alıyor. Kısa kısa yazıların birleşiminden oluşan kitapları oldum olası sevmişimdir. Bu kitap da çok kısa bir sürede bitti. Bazen hayatımızda rutin haline gelmiş şeylere, ilk defa yağmur gören Kore'li kızın gözleriyle bakabilsek monotonluktan bir nebze olsun kurtulmuş oluruz.

Kitabı okuduktan sonra namazda okuduğum kısa surelerin anlamlarını ezberleyip sadece onları düşünmeye çalışacağıma karar verdim. Sahabe Efendilerimizin namazlarına erişmez belki ama en azından vücudum namazda aklım işte güçte fani hayatta olmasın istiyorum. Bir de yeni müslüman olan insanların hikayelerinin anlatıldığı bir kitap arıyorum. Biz İslâmiyet içerisine doğduğumuz için nimetin farkında olamıyoruz. Sonradan zar zor arayıp bulan insanların şükrünü de görmek isterim.

31 Mart 2014 Pazartesi

Ev Gezmesi

Bayağıdır bloğa bir şey yazmamışım. Her haftasonu koşturmaca ile geçiyor. Elde avuçta somut bir şey yok nişan hazırlıklarına dair. Ama İzmit'e gitsem aileleri ziyaret et, sözlümle zaman geçirmeye çalış derken geçiyor. Bu haftasonu da İzmit'e gitmedim güya. Cumartesi sözlüm geldi akşama kadar onunlaydık, dün de geçenlerde evlenen arkadaşım ikimizi birlikte evine davet etti. İlk kez çift olarak bir davete icabet ettik:) İnşallah bizim de tez zamanda evimiz olur ve iade-i ziyarete bekleriz:( Sokaklarda gezmek zorunda olmaktan her geçen gün daha da nefret ediyorum.

Sabah vatanî görevimi yerine getirip oyumu kullandım. Sistemi inadına karışık yapmışlar sanki. Sandık görevlisine iki kez tekrarlattım yanlış zarfı yanlış yere atmayayım diye. Ama zarfların ağzı yapışmıyordu bir kere. Arkadaşım sandığa attığında zarf açılıp içindekiler düşmüş. Keşke yapıştırmak yerine içine katlasaydık hiç aklıma gelmedi... Bu saate kadar sonuçlar aşağı yukarı gayri resmi de olsa belli oldu. Memnun değilim açık söylemek gerekirse. Bunlar belediye seçimleri, bu kadar yapılan ve kanıtlanan yolsuzlukların halk üzerinde bir etkisi olduğunu görebilmek isterdim. Bir şeyler kazanılmışken 10 yıl geri dönülmek istenmiyor anlıyorum ama belediye seçimlerini kaybetmekle yasalara hiçbir şey olmazdı. Belki siaysetçiler kendilerine napıyoruz biz derlerdi. Ama aksine oylar artmış bile! Yani diyoruz ki; mübah bize. Az bile çalıp çırpıyorsunuz meydanlarda az bile hakaret ediyorsunuz. Yetmez ama evet diyoruz. Ben bunları yapıp böyle bir sonuç alsam ülkeyi zimmetime geçirip hergün televizyona çıkıp ana avrat söverim... Neyse bu kısım çok canımı sıktığı için geçiyorum... Günün devamında Gebze'ye gitmek için yola çıktım. Malum yolum uzun, nereden baksam 1,5 saat.. Ancak giderim deyip vurdum kendimi yollara. Sözlüm de İzmit'ten yola çıkacak ama ses yok. Ben Gebze'ye vardım hala ses yok. Cevap verdiğinde ben alışveriş merkezinde gezip haber bekliyordum ve o evden yeni çıkıyordu. Velhasıl, yine bir senkronizasyon sorunu yaşayarak rötarlı buluşabildik. Yine suçlu ben oldum tabii ki. Neden haber beklemeden yola çıktığım için. Adama sorarlar: sen haber aldığın halde neden yola çıkmadın??? Beklerken English Home'dan çok şeker ve özellikle hafif bir bornoz aldım. Bir de kahvaltı takımı beğendim, akşam misafirlik dönüşü de aldık. Çok içime sindi ve çok hoşuma gitti. 300TL kadar indirim vardı, olmasaydı da alacaktım gerçi:) İlerde böyle bir rötar olduğunda onun kredi kartından harcama yapacağım, böyle böyle zamanında gelmeyi öğrenir tahmin ediyorum ki:)


Takımda şunlar var:
* 6 Servis Tabağı
* 6 Pasta Tabağı
* 6 Çay Fincanı
* 6 Çay Tabağı
* 6 Çay Kaşığı
* 4 Kase
* 2 Kayık Tabak
* 1 Demlik
* 1 Şekerlik
* 1 Sütlük
* 1 Peçetelik
* 1 Tuzluk
* 1 Biberlik

Toplamda 42 parça. Yeter de artar bile herhalde:)


Yazamadığım zaman içerisinde geçen haftasonu Eminevim'e gittim. Artık belgeleri toplamanın zamanı geldi, şurda kaldı 1-2 ay. Ev bakmaya da çıktık ufak ufak. Allah gönlümüze göre, en mutlu olacağımız hakkımızda en hayırlı olacak evi bulup almayı nasip etsin inşallah.

Ve bugün bir de zam ve prim beklentisi vardı ama maaşımız normal yatmış. Allah bereket versin. Ama motivasyonda büyük düşüş oldu. Beklentileri yüksek tutmamakta her zaman fayda var demek ki:)

Bahar yavaş yavaş geliyor. Hayata karşı ümitvar olmak lazım. Bazen bu ülkeden çekip gidesim geliyor ama yine de, daha gidecek çok yolumuz var... Güzel günler var önümüzde inşallah. Hayatımızın baharı derler ya, işter tam o çağdayız...

2 Mart 2014 Pazar

Gezmeler Tozmalar

Bizim için ara tatil dün bitti. Sözlüm okuluna dönmeden önce son kez yanıma geldi. Yine sokaklarda gezdik dolaştık. Normalde Kadıköy'e nişanlık bakmaya gitmek istiyordum ama baktım onun yanında açık modelleri deneyemeyeceğim, Fatih'e gidelim dedim. Bana Armine'nin yeni sezonundan bir tunik aldık; nişan bohçama. Bordo renk çok hoşuma gitti. Sonra günlük giymek için çok güzel bir hırka ve çanta aldık. Ben de nişanlığıma karar vermiş gibiydim, rengini somon ya da pudra pembesi istiyordum. Üzerine siyah dantel... Modeli falan kafamdaydı ama  geçen hafta İzmit'te gezerken fuşya renk bir elbise gördüm, çok beğendim. Hiç o renk bir elbise giymedim ama bana çok yakışır gibi geliyor. Bir anda gönlüm o tarafa kaydı. İnternette de Gönül Kolat'ın tasarladığı bir kıyafeti gördüm, kafamdaki her şey değişti birden.
Şu anda yaka kısmı ve rengi böyle olsun istiyorum. Eteği de yakasındaki dantel gibi olabilir. Böyle penye gibi bir kumaştan değil de daha abiye gibi dursun. Biraz daha kabarık... Ama bu renk de koyu olduğundan eteğine dantel koymasak mı?..Derken derken yine kafam karıştı gitti. Her şey netti ne güzel yaa:( En sonunda ne çıkacak ben de çok merak ediyorum.



Daha önce beğenip birleştirmeyi düşündüğüm elbiseler şunlardı:

Sonra nişan bohçası için bir de elbise ya da etek bluz almak istiyorum. Onun için de şu eteği çok beğendim, sanırım bu da Gönül Kolat'ın tasarımı. Hiçbir yerde bu kadar güzel bir etek bulamadım:

O kadar yorulduktan sonra ilk kez Marmaray'a binerek Üsküdar'a geldik. Çok merak ediyordum ama neyi merak etmişim ben de anlamadım. Metroya binmekle Marmaray'a binmek arasında fark yok ki. Sanki denizin altını göreceğiz gibi bir beklenti olmuş sanki:) Üsküdar'dan otobüse bindik sözlümle. Önümden kapalı bir kız bindi. Onun arkasından ben binecektim ki bir adam nerdeyse koşarak gelip önüme atladı ve bindi. Sonra bindiğimde de o adamın başka birilerini ezerek gidip kızın yanına oturduğunu gördüm. Otobüste o kadar boş yer varken gidip oraya oturduğunu görünce babası falan herhalde diye düşündüm. Sonra yer kalmayınca ben adamın yanına sözlüm de benim yanıma olacak şekilde arkayı beşledik. Adam durup durup kızdan tarafa doğru kayıyor. Ama adamla aramızda yarım koltuk boşluk var, diyorum kız nasıl oturuyor ki orda. Sesi de çıkmadığı için ben bir şey diyemiyorum ama sözlüm bir şey anlatıyor, benim gözüm onlarda olduğu için hiç odaklanamıyorum. Bir yarım saat gittik , adam sürekli kızı sıkıştırıyor beni hafakanlar basıyor. En son kız çok şükür ki: "Rica etsem biraz kayma şansınız var mı? Çok sıkıştım burda." dedi. Ben de sözlüme şu adam kızı rahatsız ediyor bir saattir izliyorum dedim. Ben ön tarafta bir koltuğa geçtim, sözlüm kıza "hanımefendi rahatsız oluyor musunuz? oluyorsanız buyrun böyle geçin" dedi. O daha der demez şerefsiz herif kalkıp kaçtı hemen otobüsten indi. Kız da "çok benden tarafa geliyordu ama söyleyince öbür tarafa kaydı" dedi. Sözlüm de "lütfen böyle şeylerde müsterih olun sesiniz çıksın. siz ses çıkarmayınca biz de bir şey diyemedik" diye uyardı. O yolculuk bana zehir oldu, kız bir şey diyene kadar diken üstünde oturdum resmen. Allah herkesi korusun böyle insanlardan. Belki sesini çıkarmasa evine kadar takip edip rahatsız edecekti:(

Dün de gün geçti gitti, sözlümün geldiği hergün o kadar hızlı geçiyor ki:( Giderken arkasından gözlerim doluyor. Yapacak bir şey yok. Şu an iki dönem daha okulu var sonra mezun olacak inşallah. Sonra ya evlenip askere gidecek, ya da askere gidip evleneceğiz. Daha o kadar çok ayrı kalacağız ki nasıl geçecek hiç bilmiyorum. Bizim de sınavımız böyleymiş. Araya nişan falan koyup oyalanıyoruz. Bekliyoruz bekliyoruz:( Allah kolaylık versin. İnşallah bu kadar beklemelerimizin sonu, bir ömür mutluluğa çıkar. O günleri de buralara yazmak nasip olur. Belki seneye bu zamanlar düğün hazırlıklarımdan bahsederim:)