20 Şubat 2014 Perşembe

Mücver Tarifi

Dün akşam işten eve giderken ev arkadaşımla ne pişirsek ne yesek diye konuşuyorduk. Gündüz iş yerinde et ağırlıklı yemekler çıktığı için sebze yemeği yapmak istiyordum. Sonra aynı anda ikimizin de aklına mücver düştü! Ne zamandır da yememiştim iyi oldu.

Konu komşuda yediğimde mücver çok sevdiğim yiyecek olsa da bizim evde hiç pişmezdi, ben de ilk kez denemiş oldum. Unutmamak için buraya not düşmek istedim.

Malzemeler:
* 3 orta boy kabak
* 1 havuç
* 2-3 tane yeşil soğan(ama koymasam da olurmuş çok yakıştıramadım)
* 1 yumurta
* 5-6 yemek kaşığı un
* tuz, karabiber, sıvı yağ

Yapılışı:
Kabaklar ve havuç rendelenir.
İçine yumurta, ince kıyılmış soğan, un, tuz, karabiber eklenir.
Çok katı olmayan ama yağa atınca da dağılmayacak bir kıvama getirilir.
Son olarak da yağda kızartılır. Dağılmaması için bol bol dua edilir:)
Üzerine sarımsaklı yoğurt yapılabilir, bir dahaki sefere öyle deneyeceğim.
İki tarafı da kızarınca selpak serilmiş bir kaba alınır ve afiyetle yenir.



14 Şubat 2014 Cuma

Robert T. Kiyosaki - Zengin Baba Yoksul Baba

Nihayet bu sabah bitirebildim okumayı. 2014 yılının da ilk biten kitabı olmuş hayırlı olsun. Bu arada Robert T. Kiyosaki'nin "Genç Emekli Zengin Emekli" ve "Yatırımcılık Klavuzu" kitaplarını da aldım, sırada onlar var.

"Zengin Baba Yoksul Baba" bir kişisel gelişim kitabı mıydı? Bir yönüyle evet, bir çok yönüyle hayır. Bana yatırım ve paraya bakış açısından pek çok şey kattı bu yüzden kesinlikle süper bir kişisel gelişim kitabı. Ama diğer kitaplar gibi züppe bir şekilde bir anda harikalar yaratmanızı bekleyen bir üslubu yok. Yazar kendi hayatında para ile olan ilişkisinin nasıl olduğunu, 47 yaşında emekli olmasını ve şu anki mal varlığını sağlayan tutumunu anlatıyor. Bize de "ben böyle yaptım sonucu bu şekilde. Siz ister uygularsınız ister paraya köle olursunuz" diyor. En sonunda derdimden anlayan birisine rastladım:) Önceki yazılarımda çok kez yazdığım ve hergün düşündüğüm şeyi yazar söylüyor. Kendi tabiriyle "Fare Yarışı" içerisindesiniz diyor. Her ay maaş için çalışıyor, sonra o maaşı ihtiyacınız olan ya da olmayan bir yerlere harcayıp yine maaşa muhtaç kalıyorsunuz diyor-ki çok haklı-. Ben de bunları düşünüyordum zaten ama bir çıkış yolu bulamıyordum. Zaten onun dünyaca ünlü bir yazar olması da benim kilitlendiğim bu noktada onun çare üretmeye başlamasından kaynaklanıyor.

Kitabın başlığını okuduğumda yazarın annesinin iki evlilik yaptığını ve iki babası olduğunu düşünmüştüm. Oysa ki yazarın çocukken en yakın arkadaşının babası zengin babam olarak bahsedilen baba. Kendisini bu fare yarışından kurtarmış olan ve çocuklara da bunu öğreten taraf. Yazarın kendi babası ise öğretmen, devletin verdiği maaşla geçinmeye çalışan kendi halinde bir insan. Yoksul baba yazara sürekli okuyup ayaklarını yere sağlam basmasını, güzel bir işe girmesini öğütlüyor. Zengin babası ise ayaklarını yere zekice basmasını, okumasını ama finans ile ilgili bir alanda okumasını ve kendi işini kurup altında zeki insanlar çalıştrmasını öğütlüyor. "Para için çalışma, bırak para senin için çalışsın" diyor. Çok mantıklı fikirler değil mi? Uyguladığı yöntemlerde gerçekten finansal zekanın gelişmiş olması gerekiyor. Benim durduğum yerle onun durduğu yer çok farklı. Elinde 5bin dolar nakit parası varken bunu 5 yıl içerisinde 1milyon dolara çeviriyor.


Ama nasıl? Eşiyle birlikte bir gayrimenkul şirketleri var mesela. Piyasayı iyi takip ediyor. Elinde para yokken bile arkadaşından depozitoyu ödemesine yetecek kadar borç alıp bir apartman alıyor. Bir iki ay içerisinde o binayı iki katı fiyata satıyor, hem borcunu ödüyor hem de bina parası kadar bir para ona kalıyor. Bu uyguladığı bir yöntem. İcradaki ya da ipotekli evleri takip ediyor. Bu bizim ülkemizde yapılabilir mi diye baktım, yapılabilir ama bazı icra mahkemelerini artık mafyalar ele geçirmiş ve piyasayı pek de başkasına bırakmıyorlarmış anladığım kadarıyla. Aynı zamanda şirket sahibi olduğu için emlak danışmanı, borsa danışmanı, avukatı vs. gibi her alanda danışabileceği insanlar var etrafında. Ben tek başıma icradan ev almaya kalksam malesef resmi evrakları anlamayacağım için başıma bela almam kuvvetle muhtemel olurdu herhalde. Ama yazar da bunu söylüyor işte. Kaybedenlere bir şey önerdiğimde bana neden olamayacağını açıklarlar, bense denemeden göremeyeceğinizi düşünüyorum diyor.

Kitaptan sonra yanıma kâr kalan finansal yönden kendimi geliştirmem gerektiğini öğrenmem. Tamam yatırım yapıyorum ama kafama göre. Altın yükselecek gibi geliyorsa alıyorum, hisselerin düşmesi yükselmesi neye bağlı bilmiyorum. Dolar, euro neyden etkilenir malesef fikrim yok. Allah'a emanet yöntemi ile ilerliyorum resmen. Şu ana kadar bir şekilde batmamış olmamın tek nedeni sabırlı olmam sanırım. Ama hakikaten, okulda bize parayı kazanmamız için diploma veriyorlar ama o parayı nasıl yöneteceğimiz ya da kullanacağımız hakkında bir fikrimiz yok malesef. İşte benim hedefim bunu öğrenmek, elim erdiğince gücüm yettiğince.

13 Şubat 2014 Perşembe

Geldi Bahar Ayları...

Şubat ayında olmamıza rağmen hava maşallah o kadar güzel ki. Aslında kötü olsa da yağmur kar yağsa, toprak yararlansa bize bereketli kollarını açsa, ağaçlar yalancı bahara kanıp erkenden çiçeklerini açıp sonra ayazda kalmasa ama yine de bu güzel havalara kendini kaptırmamak elde değil. Şu an camdan bakıyorum, görebildiğim kadarıyla gökyüzü masmavi, o akdar güzel ki. Kulağımda indila-derniere danse çalıyor. Benim burada olmamam lazım diyorum. Gençlikten olsa gerek, koskoca bir dünya önümde keşfedilmeyi bekliyor bense burda emeklilik için yaşlanmayı bekliyorum. O zaman bu gücüm sağlığım durumum keyfim olacak mı bakalım? Bu duyguları o yaşta yaşayabilecek miyim? Yine başa dönüyorum işte, ağaç değilim gitmek istiyorsam gidebilirim diyorum ama hiçbir yere gidemiyorum. Çünkü yolun çok başındayım, Kiyosaki'nin deyimiyle "fare yarışı"ndan kurtulmam için biraz daha sermayeye ihtiyacım var. Ama eninde sonunda kurtulacağım bu esaretten. Hakkımda hayırlısı:)

12 Şubat 2014 Çarşamba

Site Önerisi - 4

Eylül ayında burada anlattığım fikir savaşları sonucunda, hayatımda kendi başıma aldığım en büyük sorumluluğa karar verip eminevimden eve girmiştim. Ben sisteme dahil olduktan iki gün sonra yapılan çekilişte, Mayıs 2014'te ev almaya hak kazandım. Bugün yarın derken tarih giderek yaklaşıyor. Şu an benim işim ve çalıştığım yer belli. Ama sözlüm için bu konu bir muamma. Dolayısıyla şu an evlere bakarken "burası yuvam olabilir mi?" diye değil de "bu eve ne kadara kiracı bulabiliriz?" diye bakıyorum. O yüzden de şimdiye kadar internetten satılık ve kiralık ev ilanlarına bakarak bölgelerin kira potansiyellerini belirlemeye çalışıyordum. Artık ufak ufak sahaya çıkıp evleri gezmenin zamanı geliyor. Tamam ben oturmayacağım ama belli de olmaz hayatın ne göstereceği. Borcumuz bitene kadar evin üzerinde ipotek olacağından -şu an bir atak yapmazsak hesaplanan- 10 yıl boyunca satamayacağız. Bu yüzden geleceğe yönelik de düşünmemiz gerekiyor.




Konuyla ilgili internette gezerken emlak piyasası ile ilgili güzel bilgiler veren bir siteye rastladım, burada da yer vermek istedim. emlakdevri.com bağlantısı ile ziyaret edip inceleyebilirsiniz. Ben de günlük olarak takip edeceğim. Etrafımda konu ile ilgili kimse olmadığından emlak piyasası ile ilgili duyum alamıyorum. Örneğin yakın arkadaşımın abisi ve babası çok sıkı takip ediyorlar ve ona da yeni yapılacak sitelerden vs haber veriyorlar. Bize de kalıyor kendi çevremizi kendimiz oluşturmak:) Umarım siteden istifade edilebilir.


11 Şubat 2014 Salı

Tatilden Kalanlar

Şubat ayına bir haftalık izinle başladım. Havalar da güzeldi şansıma. Belki Maldivlere falan gidemedim ama yine de işlerden, İstanbul'un karmaşasından bir haftalığına da olsa uzaklaşmak çok iyi geldi.

İlk işim cumartesi günü Çanakkale'ye, yeni bebeği olan teyzemi ziyaret için yola çıkmak oldu. Gerçi geldiğimize sevindi mi üzüldü mü çok anlayamadım ama ben görevimi yerine getirmiş oldum en azından. Sobalı evde oturuyorlar. Dolayısıyla herkes bir odaya doluşuyor. Bir de biz gittik insan eksikmiş gibi. Zaten sezeryan olmuş, ameliyatın yorgunluğu. Bir de bebeğe bakacak, evin işlerini yapacak kimse olmayınca hiç ameliyatlı falan demeden ayağa kalkmış. Üzerine uykusuzluk da eklenince ağzını açacak hal bile kalmamış. O yüzden bizi görünce coşkuyla karşılamaması normaldir muhakkak. Ama insan etkileniyor ne de olsa. Bir daha kapıdan uğrayacak şekilde ve başka bir mecburiyet yoksa sıcak mevsimlerde giderim herhalde. Çanakkale'den dönmeden annemin Yenice'deki evini de gösterdi bana dayım. Şu an annemden kardeşim ve bana kaldı ama herhangi bir mal paylaşımı olmadı henüz. Nefret ediyorum bu para işlerinden. İnsanların arası açılıyor sürekli. Neyse, oradan da dedemlere uğradım, o kadar yol gidip bir hayır duası almadan dönmek olmazdı. Ama dedem arayı çok açmamaya karar vermiş olacak ki, biz Kocaeli'ne ayak basar basmaz kalp krizi geçirdiği haberi geldi. Babam gece falan demedi düştü yollara. Hastaneye yetiştirene kadar kalp durduğu için beyne kan gitmemiş. Dolayısıyla doktorlar uyutmuşlardı ve uyandığında(uyanırsa) neyle karşılaşılabileceğini onlar da bilmiyorlardı. 72 saat uyutacağız sonra uyandıracağız demişlerdi ancak bir günün sonunda dedem kendisi uyandı ve çok şükür herhangi bir sıkıntı da yoktu. Doktorlar kalp krizi geçirip kalbinin durduğunu sanmışlar! Oysa ki akciğerleri iltihap yapmış, nefes alamadığında da kendinden geçmiş. Onlar da vermişler elektro şoku! Yaşayan insanı öldürür bu doktorlar gerçekten. Babam da sinirlendi, aldı İzmit'e getirdi. Dedemin anlatışıyla; "buranın tansiyon aletleri bile bi başka!" Şu an durumu gayet iyi. Eski toprak derler ya 80 yaşında ama benden dinç gerçekten. Sadece biraz nazlı. Herkes onunla ilgilensin istiyor ilgi istiyor. Biz de o yaşları görsek de tek derdimiz bu olsa keşke.

Bunun dışında tatilde hergün dışardaydım, her fırsatta sözlümle görüştük. Doymak ne mümkün ama yine de zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık. Akşamları bile görüşebilmek için misafir oldu bize, dayımın bitmez tükenmez bilgisayar problemleriyle boğuştu. Benimle soğuklarda yürüdü. Nişan için bana elbise baktık, terzi ayarladık. Denediğim çok güzel bir elbiseyi açık olduğu için üzerimde göremedi ona çok üzüldüm. Çeyizime birkaç parça daha ekledim. Babamdan çeyiz için ödenek sözü aldım her ayın 15inde yatmak üzere:) Kayınvalidemleri iki kez ağırladım. Eskiden daha bir panik oluyordum giderek alışıyorum misafir ağırlamaya. Aferin bana:)

Pazar günü tatilim sona erdi. Harbiye'de mücevher fuarı olduğu haberini almış kayınvalidem. Sana pırlanta bir set bakalım, indirim varmış dedi ve hep birlikte geldik fuara. Bilinen hiçbir firma yoktu tabii ki. Kapalıçarşı'nın uyanık atölyecileri açmışlar stantlarını. Üründe bir sıkıntı çıksa garantisi kendileri:) Nerde bulursun Allah'a emanet. Fiyatlarda da cidden Kapalıçarşı'ya alışverişe gitsek daha çok yardımcı olurlar. Benim beğendiğim sete 9bin dedi. Normal olarak fiyatlar böyle tabii ki pırlanta satıyor adamlar. Ama biz fuar nedeniyle yapılan reklamlardan en azından yarı yarıya indirim beklentisinde olunca çok yüksek geldi. Ben de ille isterim demeyeceğime göre başka yerden bakarız dedim. Beni İstanbul'a getirmiş oldular. Dönüşte de bize misafir oldular, sözlüm mutfaktaki musluğumuza sıcak su gelmesi için uğraştı sağolsun. Artık soğuk kış günlerinde bulaşıkları sıcak suyla yıkayabiliyoruz, her seferinde dua ediyorum ellerim donmadığı için. Bir de benim süper tabletim o gün tutukluk yaptı. Bütün gün açılmaya çalıştı ama açılma ekranından ileri gidemedi. Akşam sözlüm gelmişken ona da baktık ama bir çözüm bulamadık. Son çare olarak her şeyini aldı, "ben bunu aldığımız yere götüreyim. Gerekirse servise göndersinler" dedi. Sonra gittiklerinde yarım saatte yapmış. Annesine göstermiş. Kayınvalidem cidden çok hoş. Ne dese beğenirsin. "Tabi oğlum sevdiğinin yanında odaklanamaman çok normal. Yanında durmak bile içini karıştırmaya yeter" şeklinde bir yorum getirmiş. Malesef çok haklı. Rabbim tez zamanda kavuştursun bizi inşallah.

Dün de işe geldim ama gece hiç uyuyamadım. Saçma sapan rüyalar gördüm döndüm durdum sabaha kadar. koca bir haftayı sözlümle birlikte geçirince ayrı kalmak çok koydu ama oldukça alışık olduğumuz bir durum. Zamanla adapte olup eski moda döneriz herhalde malesef.