26 Kasım 2013 Salı

Ben öyle çok hırsları olan bir insan değilim. Sadece mutlu olacağım bir ortamda sevdiğim işi yapmak ve bu yoldan helal rızkımı kazanmak istiyorum. Ama girdiğim sektörde buna imkan yok sanırım. Daha önce müdürümün ayrılmasından bahsetmiştim. Herkesle aramızda tampon bölge oluşturuyormuş meğerse. Ondan sonra kötü olacağını tahmin etmiştim ama bu kadar kötü olacağını değil.

Dün pazarlama müdürüyle bir toplantıya girdim. Ekip arkadaşlarım zaten bıraksam toplantıya bile girmeyeceklerdi. Girdiler ama süs olarak oturdular sadece. Bir ara siz de toplantıdasınız arkadaşlar, biraz etkin olun diye uyarmak zorunda bile kaldım. Kaldı ki ben uzman yardımcısıyım, onlarsa uzman. Karşımızdaki de müdür olmuş nasıl olduysa. İlkokul seviyesinde bir toplantı geçirdik diyebilirim. Bana da nedense taktı bir şekilde. Her bilgisayara baktığımda, "takip edemiyorsun sanırım daha önemli bir işin var!?" şeklinde çıkıştı. Bu ve bunun gibi birçok gereksiz söz sarfetti. Sebebi onun da tutuşmuş olması ama ne olursa olsun karşındaki insanla konuşmanın bir adabı vardır. Kaldı ki biz burada köle olarak çalışmıyoruz. Tabii ki bu şekilde cevap veremiyoruz, kılıfına uydurup sakin olmaya çalışarak cevap vermeye çalışıyoruz. Olan benim sinirlerime oldu.

Böyle bir ortamda çalışmak istemiyorum tabii ki. Şu an vasıfsız eleman olarak bile bir yerlere gidebilirim, yeter ki kafam rahat olsun. Aç kalmayayım. Ama para kazanacağım diye saçma sapan insanların laflarını dinleyebileceğimi de sanmıyorum. Ben o yapıda bir insan değilim. Bunu takmayacak sorun etmeyecek arkadaşlar da var ama ben malesef onlardan birisi değilim.

Biraz önce şirket bünyesindeki bir çalışanın vefat haberi geldi. 44 yaşında imiş henüz. Bunları görünce bir kalıyoruz ekipçe. Ne için bu kadar savaş veriyoruz ya, yarın bizim de ölmeyeceğimiz ne malum diyoruz. Yarım saat içerisinde bu duygu dağılığ kaldığımız yerden devam ediyoruz bu kurtlar sofrasında.

En kısa zamanda farklı bir yerde çalışmaya başlamak istiyorum. O kadar ki, iş bulmadan istifa etmeyi bile düşündüm ancak sorumluluklarım var. Ödemem gereken ev taksitlerim, kiram, faturalarım ve bireysel emeklilik ödemelerim var. Kul sıkışmadan hızır yetişmezmiş, çok sıkıştım Allah'ım.


20 Kasım 2013 Çarşamba

Site Önerisi - 2

 

Geçenlerde kitap takasına dair bir site keşfetmiş ve adresini paylaşmıştım. Bugün başka bir site daha keşfettim. Burada hem takas hem satış yapılabiliyor. Diğer sitede takasa başlayabilmek için siteye önce beş kitap vermek gerekiyordu. Bugün bulduğum sitede ise kayıt olur olmaz kitap alıp satmaya, değiş tokuş yapmaya başlayabiliyorsunuz. Siteye şuradan ulaşılabilir : http://www.ukitap.com/  Sitede çok sayıda kitap mevcut. Bir kitap için farklı satıcılar bulabileceğinizden aradığınız kitabı düşük fiyata alabilirsiniz.

İyi okumalar.

19 Kasım 2013 Salı

Ahmet Ümit - Sultanı Öldürmek

Yıl bitmeden bir kitap daha bitirdim çok şükür. Bu yıl önceki 4-5 seneye göre oldukça az kitap okumuşum. Bu kitabı da bitirmem 2-3 haftamı aldı sanırım. Yazarın okuduğum dördüncü kitabı idi Sultanı Öldürmek. İstanbul Hatırası kitabından sonra yazdığı her kitabı okurum demiştim, o derece beğenmiştim. Ancak bu kitabını okurken biraz sıkıldım, hatta elimden bir süre bıraktım.

Türk yazarlar arasından böyle başarılı polisiye roman yazan birisinin çıkması beni çok mutlu etmişti. Yazar sadece cinayet de yazmıyor, her kitabında muhakkak derinlemesine bilgi verdiği bir konu oluyor; İstanbul Tarihi, İstanbul'un fethi, Fatih Sultan Mehmet, Şems... Yalnız bu kitabında tam da artık katil yakalansın dediğimde pat diye mevzu İstanbul'un Fethi'ne geldi ve karakterler İstanbul'da bir fetih gezisine çıktılar. O sayfaları atlayıp, katili öğrendikten sonra okumayı bile düşündüm. Çünkü fethi de çok güzel anlatıyor ama benim aklım katilde kaldı. Konu koptu gidiyor... Bu kısmı sabırla okuyup geçtim, ama kitabın sonu beklediğime değmedi malesef. Bu kadar kurgudan sonra ağzımızı açık bırakacak bir final olmalıydı. Benim için hayal kırıklığı oldu.

Kitabın kahramanı Fatih Sultan Mehmed üzerine uzman olan tarih profesörü Müştak Serhazin hoca. Sıradan bir günde, kendisini 21 yıl önce terkedip giden tarihçi eski sevgilisinden bir akşam yemeği daveti alıyor ve hayatı değişiyor. Evine davete icabet etmek için ya da onu öldürmek için giden Müştak Hoca, onu son gören kişi. Ne yazık ki psikojenik füg hastası ve bazen bilincini kaybedebiliyor. 4 gün boyunca kendisiyle çelişerek hem katili arıyor hem de kendisinden şüpheleniyor. Bu sırada da Fatih Sultan Mehmed Han ile ilgili kafalarda soru işareti bırakan konuları açıklığa kavuşturmaya çalışıyor. Hoca'nın Fatih ile konuştuğu kısım kitap içerisinde en etkilendiğim kısımdı diyebilirim. Bir de polislerin İstanbul Hatırası kitabındaki komiser ve ekibi olması da çok hoşuma gitti. Diğer kitaptan tanıdığım kişilere rastlamış gibi oldum.

Hangi Ahmet Ümit kitabı dense, "İstanbul Hatırası" ve "Bab-ı Esrar" kitaplarını öneririm. Salt cinayet çözmekle kalmayıp tarihsel ve kültürel bilgiler de öğrenmiş oluyorsunuz, ama asıl mevzu olan cinayetten kopmadan. Bir taşla iki kuş.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Çocukluğum Demek Kardeşim Demek

Akşam üzeri kardeşim ve nişanlısı uğradılar sağolsunlar. Bu sene gelinimizin yurdu benim evimin bir-iki sokak aşağısında olduğu için onu bırakırken ablasını da ihmal etmiyor benim hayırsız:) Aynı şehrin içinde bile olsak, hayat koşturmacası öyle bir içine çekiyor ki bizi, birbirimizi görmeye dertleşmeye vaktimiz olmuyor. Annem biz küçükken kavga edince hep derdi ki: "İleride büyüdüğünüzde ikiniz de ayrı yerlerde olacaksınız. O zaman çok özlersiniz birbirinizi ama". Biz ise o sırada küs olduğumuzdan "Ne özleyeceğim o aptalı yaa :'(" şeklinde yanıtlardık hemen. Kardeşimi her özlediğimde anacığımın bu sözleri aklıma gelir.

Kardeşimle aramızda 17 ay gibi kısa bir süre var. Ben kendimi bildim bileli yanımdaydı. İkiz gibi büyüdük. Tek büyüyen çocuklara o kadar üzülüyorum ki. Aklıma kardeşim her geldiğinde anneciğime rahmet okurum "iyi ki doğurmuş, iyi ki beni bu dünyada yalnız bırakmamış" diye. Hayatı birlikte öğrendik, her şeyi birlikte yaşadık. Bu kadar güzel ne olabilir ki. Küçükken -l harfini söyleyemez bana "âbâ" derdi:) Saat 9 oldu mu yanakları kulakları kıpkırmızı olur, bulduğu ilk kucakta uyuya kalırdı. En çok da oyuncak kırmayı, ya da bulduğu herhangi bir şeyi kırmayı severdi. Evin içinde gözükmüyor ve sesi çıkmıyorsa bu kesinlikle bir yerlerde yaramazlık yapıyor demektir. Trenlerinin nasıl çalıştığını merak edip çekiçle içini açmış olabilir, mutfak lavabosuna tırmanıp dişlerini fırçalıyor olabilir, perdeleri ve dantel masa örtülerini makasla kesiyor olabilir, erişebildiği vitrin örtülerini bahçeye gömüyor olabilir... Saymakla bitmez. Gözünüzün önünde koskoca vitrinleri bir hareketle üzerine yıkmayı ya da tüplü televizyonu üzerine devirmeyi de başarabilir... O kadar yaramaz bir çocuktu ki. 1 dakika göz önünden ayırırsanız bulduğunuzda çamaşır suyu şişesini kafasına dikiyor ya da deterjan kutusunu açmış yiyor olabilirdi. O ne kadar yaramazsa ben o kadar tertipli düzenli bir çocuktum. O her şeyi yer, ben ise istemem yemem diye naz yapardım. Benim yemediklerimi de o yerdi:) Çok güzel bir çocukluk geçirdik, tâ ki annem çalışmaya geri dönünceye kadar. Oradan sonrası sürekli bir karmaşa, düzensizlik olarak yer etmiş belleğimde. Annem evdeyken bize kekler yapardı. Hazır hiçbir şey yedirmezdi. Biz de karşısına oturur o kadar dikkatli ve sessiz izlerdik ki kek yapışını:) Her şey bittiğinde kek yenilebilir hale geldiğinde o büyülü saatler bitti diye çok üzülürdük. Anlatmakla bitmez o güzel günler. Allah nasip ederse ben de ilk çocuğumu yalnız bırakmayacağım ve mümkün olduğunca yaşlarını yakın tutmaya çalışacağım. Tabii hayatında bir kez bile çocuk altı değiştirmemiş birisinin bu sözleri şu an söylemesi çok kolay oluyordur sanırım, kaba tabirle "bekara karı boşamak kolay gelir" misali. İnşallah o günler geldiğinde böyle bir gücümüz olur ve çocuklarım da böyle güzel maceralarla büyürler. 

 Sokağa çıkamasak da oyun arkadaşının yanıbaşında hazır olması muhteşem bir şeymiş, şimdiki çocukları gördükçe anlıyorum. İş arkadaşlarım çocuklarını yaşıtlarıyla bir araya getirmek için oyun grupları araştırıyorlar. En uygunları saati 100TL imiş duyduğuma göre. Ben bunu duyunca inanamadım tabii ki. Oyun saati dedikleri de başlarında bir hoca olacak, önlerine oyun aracını koyacak ve yapması gerekeni söyleyecek. Nerde kaldı o çocuğun hayal gücü, oyun kurması, liderlik göstermesi. Arkadaşıma söyleyemedim ama aklıma kendi çocukluğum geldi ve içimden "yap bir kardeş al sana oyun grubu" diye geçmedi değil.

Hafızam benimle oldukça o güzel günleri hep hatırlayacağım. Bana böyle bir aile verdiği için Rabbime ne kadar teşekkür etsem az.

15 Kasım 2013 Cuma

Site Önerisi

Malesef tanıdığım herkes arasında en fazla kitap okuyan benim. Malesef, çünkü; kitap değiş tokuş yapabileceğim birileri yok. Her okumak istediğim kitaba para vermek gibi bir lüksüm de yok. Şu an kitapyurdu.com'da sepetimdeki kitapların tutarı 400TL civarında. Hepsini alabilmem benim için büyük bir külfet olacaktır.

Kocaeli'ndeyken bir yaz kütüphaneye üyelik yaptırmıştım. Bayağı da bir kitap okumuştum. Gayet güncel kitaplara erişilebiliyor. O kadar güzel bir imkan ki. Bu imkana malesef İstanbul'da sahip değiilim. Her bulunan boş araziye AVM dikildiği için kütüphane açmak kimsenin aklına bile gelmiyor tabii ki. Taksim'deki kütüphanenin işimi göreceğini düşünüyorum. Ona da cumartesi günü karşıdan bir türlü gelip bakamadım. Koskoca Üsküdar'da ya da en azından Anadolu yakasında muhakkak kütüphane olacağına inanmak istiyorum, ben ulaşamadım herhalde.

(Yanda görülen resim; bizim kadar şanslı olmayanların da okuma şansı olsun diye yapılan bir kitap ayracı projesinden aldığım ayraç. http://www.kitapayraciprojesi.com/ linkinden projenin ayrıntılarına ve bu güzel ayraçlara ulaşılabilir.)

Hayatımızın her alanı internete taşınmışken, aklımıza gelebilecek her şeyi nette bulabilirken şunu bir aratayım dedim. Nitekim düşünülmüş: 2. el kitap almak-satmak isteyenler için de siteler vardı. Ancak bir site keşfettim ki daha da ilgimi çekti. Bu site kitaplarını takas etmek isteyenleri buluşturuyor. Henüz sadece üyeyim, herhangi bir kitap takas etme hakkım yok. Beş kitabımı gözden çıkarıp yollamaya karar verdiğimde takas yapabilmeye başlayacağım. Ardından eklediğim ya da takas yaptığım her kitap için bir kitap hakkım olacak(sistemi yanlış anlamadıysam). Siteye buradan ulaşılabilir: www.okudegistir.com

Kitaplarım benim için çok önemlidir. Evin büyük çocuğu olarak; "test kitaplarını kardeşin de kullanır kızım, üstünü çizmeden çalış" diye büyütüldüğümden midir bilmiyorum ama, çizmeye kıyamıyorum. Otobüslerde yanıma oturanların kitapları hunharca çizerek okumalarına hayretle bakmışımdır oldum olası. Nasıl kıyarsın cânım kitaba! Ben bir şeyi beğenirsem ya da daha sonra dönmek isteyeceğimi düşünürsem bir yerlere not alırım ama asla kitaplarımı çizmem. Velhasıl, başkasına ödünç bile verirken tedirgin olduğum kitaplarımdan bazılarını gözden çıkarıp istediğim kitapları okuyabilmek adına feda etmeyi deneyeceğim. Bilgi paylaştıkça çoğalır. Bu içgüdü biraz da insandaki biriktirme fıtratından kaynaklanıyor sanırım. Bugüne kadar kaç kitabımı dönüp tekrar okumuşumdur, bir elin parmaklarını geçmez. Yine de gönderirken öncelik beğenmediğim kitaplarda olacak gibime geliyor:)

13 Kasım 2013 Çarşamba

Dertli Zamanlar

Hava o kadar karanlık ki insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Tamam aylardan Kasım, bu havalar normal tabii ki. Ama yine de bırakın çalışmayı uyanasım bile gelmiyor. Bir de süper rüyalarım eklenince tamam oluyor. Bu sabah yine anneciğimi gördüm, ilginç bir rüyaydı. Bir yokuştan denize atlıyorduk ailecek. Önce kardeşim ardından da annem kayarak denize atladılar. Sonra annem koşarak yokuştan yukarı çıktı ve bana doğru yürüdü. O kadar gerçekti ki... Biraz daha uyanmasaydım sarılacaktım. Çok özledim. Yapacak bir şey yok biliyorum ama özlemeye de yapacak bir şey yok. Bir kez daha sarılabilmek için neler vermezdim ki... Bunları kimseye anlatmıyorum, insanlar benim çaresiz dertlerimle uğraşmak zorunda değiller. Ayrıca anlatsam ne olacak ki, yapacak bir şey var mı? En fazla duyacağımı biliyorum, Allah cennetinde kavuştursun inşallah vs vs. Başka ne denebilir ki? Zaten insan böyle bir üzüntüsünü anlatırken teselli istemiyor ki, sadece anlatmak istediğimden söylüyorum söylersem. Ama yaşamayan bilmiyor, kimseye diyeceğim bir şey yok. Karşımda insanların ne diyeceklerini bilemeyip ezilmesine de gerek yok. O yüzden kimseye, babama kardeşime bile, demiyorum annemi çok özledim diye. Yokluğa sabretmek mümkünse, öyle yapmaya çalışıyorum. Eve her girdiğimde annemi bekliyorum, ilk zamanlar arayacak oluyordum falan... Velhasıl, zor.

Hayat devam ediyor ister istemez. İki gün önce liseden beri arkadaştan öte kardeş olduğum, canım dostumun nikahı vardı. Süreci o kadar hızlı gelişti ki hâlâ inanamıyorum evleniyor olduğuna. Söz yaptık nişana saydı:) Nişan derdinden böylece kurtulmuş oldu. Benim de hemen evlenebilme şansım olsaydı ben de nişanı atlardım. Erkekler bu tür işlerin bayanların hoşuna gittiğini sanıyorlar. Oysa ki çok büyük bir stres ve külfetten başka bir şey değil. Zaten çalışan bayanların bu tür şeylere vakti olmuyor, ama kendini üçe bölmen gerekse bile yetişmeye çalışıyorsun bir şekilde... Bir de yeni moda çıktı, aileler karışmıyor ne hikmetse. Hiçbir şeye. Hadi masraflara karışmıyorsun, insan kızının evini eşyalarını merak da mı etmez? Eksiğin var mı diye gelip dolaşmaz mı yol göstermez mi? İkisi tek başlarına akılları erdiğince evi döşemeye çalıştılar. Ama başlarında yol göstermek için bir büyük olsa kesinlikle daha kullanışlı şeyler alırlar ve daha rahat ederlerdi. Allah akıl fikir vicdan versin. Süreci hızlandırarak streslerini azaltmış olduk böylece. İki hafta sonra kınası ve düğünü de olacak ve onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine... Allah bir ömür boyu mutluluk ve muhabbet versin. Kimseye muhtaç etmesin inşallah.

Dün de asya emeklilik ile bireysel emekliliğe giriş yaptım. Şirketlere grup fırsatları sunuyorlar yoksa hiç aklımda yoktu. Mesela giriş için verilen ücret alınmadı, hesap işletim ücreti alınmıyor, en düşük limit normalde 100ken biz 50 ile başlayabiliyoruz. Bu katkı payı ile alacağım maaş 350TL civarında bir şey olacaktır tahminim. Ama o yaşa geleceğim bile meçhul. Şu an zaten ev ödemeye çalışıyorum, bu dünyaya yaptığım yatırım bu kadar yeter. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak insanoğlunun fıtratında var sanırım. Ne yaparsak yapalım yine de paylaşmıyor biriktiriyoruz. Babam geçen gün telefonda elindeki kitaptan bir paragraf okudu. Diyor ki: "Biz gerçekten inanmıyoruz. İman ediyoruz ama inanmıyoruz. Kargalar bile biriktirmiyor. Biliyor ki rızkı veren onu aç bırakmayacak. Ama biz hiç paylaşmıyor hep biriktiriyoruz." Doğru gerçekten. Sadaka malı azaltmaz diye bir hadis vardı yanlış hatırlamıyorsam. Rızkı veren Allah, beni yarın aç bırakmaz demiyoruz. -ruz derken kendimi kastediyorum, şahsen bu durumdayım. Ahirete 1 birim veriyorsam bu dünyaya 10 veriyorum. Allah sonumuzu hayır etsin.Olan malın mülkün de hesabı sorulacak, nasıl vereceğiz bilemiyorum.

Hava durumu nedeniyle olsa gerek biraz karamsar bir yazı oldu. Daha sonra dönüp bakar yeniden üzülürüm diye bu tür üzüntülerimi yazmam genelde. Ama sözle anlatma millet üzülmesin, yazıyla anlatma sonra kendin görür üzülürsün derken olan bana oluyor. Bir yerlere dökmem gerek derdimi:( Buraya yazıp uzaya yolluyorum, kimse kendisini teselli verme mecburiyetinde hissetmiyor. En zararsızı.