31 Aralık 2013 Salı

Cıngıl Bells Cıngıl Bells...

Bugün öğleden sonra izinli olmalıydık bence. O kadar dağıttık ki ekip olarak:) Altı üstü birgün tatil var ama acayip tatil havasına girmiş durumdayız. Bütün sevdiklerim benden uzakta, yeni yıla böyle gireceğim. Yarın sabah kalkıp Eminönü'ne gitmek istiyorum. Etamin, ip, örnek kitabı falan bakacağım. Seccadelere karar verdim, sonra da mutfak takımımı da etaminden işlemeye karar verdim ama örnek bulamadım henüz.




Bu ikisi de siyah etamin üzerine olacak. Siyah üzerine işlemek çok zor diye duymuştum bir de tecrübe edeyim bakalım.


Puzzle tutkumdan bahsetmiştim, kafam dağılsın diye yapıyorum. En azından ilerideki çeyizime koyabileceğim bir şeyler yaparak kafamı dağıtayım:) Annemle dantelden bir mutfak takımına başlamıştık ama onun masa örtüsünü kim örecek? Annemin velilerinden birine vermeyi düşünüyorduk ama kaldı tabii ki. Onu bırakacağım, belki ilerde ev hanımı olursam devam eder bitiririm. İki de seccade işleyeyim diyorum birisi babaanneye birisi kayınvalideme. Ablaya yapılacak mı bilemiyorum yaa. İçinde olmayınca bu işler hakikaten çok karışıkmış:( Ama ufak ufak halletmeye çalışıyorum. Allah verir bir kolayını:)

Yeni yıla bu kafayla giriyorum. İki gündür nişanlık modeli beğenmeye çalışmaktan gözümü kapattığımda heryer gelinlik, dantel falan oluyor. Bu çerçevede yeni seneden tek beklentim; mutluluk. Umarım daha disiplinli bir insan olurum. Kendime verdiğim sözlere sadık olurum. Kapanma meselesini en kısa zamanda çözerim inşallah. Nişanım çok iyi geçer ve kardeşim kazasız belasız askere gider gelir:) Daha ne olsun ki, Rabbim helal yoldan elde edeceğimiz rızkımızı da verdikten bizi kimseye muhtaç etmedikten sonra sırtımız yere gelmez.

Akşam menüde Antep sofralarının krallarından söğürme olacak gibi görünüyor şu an:) Hindi kadar olmasa da bu da süper bir menü bence. Bir de kestane yapmak istiyorum bulabilirsem. İyi seneler banaa:)

30 Aralık 2013 Pazartesi

İlle de Çeyiz

Haftasonu İzmit'te, evdeydim. Nişan yerimiz ve tarihimiz kesinleşti. 9 Ağustos'ta olacak Allah izin verirse. Cumartesi günü de gidip yer ile anlaştık, kapora bırakıp resmen tutmuş olduk. Cumartesi akşamı kayınvalideme yemeğe gittik. O benden çok uğraşıyor nişan için. İstanbul iş, İzmit nişan demek benim için. Oraya gidince kimse işimle ilgilenmiyor. Varsa yoksa nişan için elbise beğenmeye çalışıyoruz, çeşitli çeyiz malzemelerine bakıyoruz. Kayınvalidem yaptıklarını gösteriyor. Ben nişan için hiçbir şey yapamıyorum:( Ben de isterdim çok güzel çeyiz yapmış olayım falan ama hiç boşluğum olmadı ki. Mezun oldum hemen çalışmaya başladım, ama böyle anlatılmıyor tabi. Okumuş kız çeyizi olmasa da olur demiyor kimse:( Ben kayınvalidemden umutluydum açıkçası, annem olmadığı için beni zora sokmaz ailelere bohça yapmasak da olur der falan diyordum ama daha babaanneye de bohça çıktı başıma. O da istiyor ki gelinimin arkasından konuşmasınlar. Başka bir niyeti yok biliyorum da ne yapacağım bilmiyorum. Annemin sandıklarını dağıttım dün. Ne var ne yok bir bakayım ona göre yol haritası belirleyeyim dedim. Birsürü dantel buldum, metrelerce. Ne olacak onlar o kadar bilemiyorum ki. Bilen birisinin bakması lazım. Anacım sağlığında hep anlatırdı ama aklımda kalmamış ki. Hatta nasılsa annem halledecek diye dikkatli bile dinlememişim. O kadar kızdım ki kendime. Keşke annemle halletseymişiz. Neyi bekledik bu kadar anlamadım. Her elime aldığım dantelde annemle konuştum, bu ne olacak anne bu kadar örmüşsünüz bunu böyle, bir de not yazsaymışsın falan diye... Çok üzüldüm, çok yalnız sahipsiz hissettim kendimi. Allah anneciğimi yanına erken aldı ama bana anne gibi bir kayınvalide verdi. Kendi kızından hiç ayırmıyor beni Allah razı olsun. Erkek değil de kızını evlendirir gibi çeyiz yapıyor. Ehh mecbur bu beceriksiz gelinine de bir el atacak o danteller neymiş bir bakalım hele:)

En azından seccadelerimi buldum, pikoya verilip bitirilmesi gereken. Onları vererek başlayabilirim sanırım. Bir de kayınvalideme ve sözlümün babaannesine de bohça hazırlayacağız, onların seccadelerini bari ben işleyeyim diye düşündüm. Şimdi model bakıyorum. Karar verince işlemeye başlayacağım. Bir de mutfak takımım eksik. Aslında dantelden başlamıştım ama onun masa örtüsü ne olacak ben yapamam ki. O yüzden ondan vazgeçtim bırakacağım. Mutfağı da etamin işi yapmak istiyorum. İşlemeyi çok seviyorum, kendi ellerimle beğendiğim ve kullanacağım bir şey yapmak istiyorum. Bir de model bulabilirsem içime sinen:)

Sözlüm bitanem de dün baktı benim işim bitmeyecek, kalkmış gelmiş beni almaya. Gel yukarda bekle dedim mecburen. O da geldi sandık ayıkladı benimle:) Beş dakika fazla görsek kardır. Sonra otobüs terminaline gittik. Önce ben gitmeyeceğim diye başladım. Sonra baktım olmayacak, sen de gelsene dedim. Hakikaten de geldi. 3 saat fazladan zamanımız oldu. Ama bu da sabah uykusu gibi bir şey. Hep beş dakika daha diyoruz ama hiç doymuyoruz ki:( Yordum çocuğu o saatte. Bir de geri döndü tabi saat 1de evdeydi. Allah razı olsun. 


23 Aralık 2013 Pazartesi

Bir haftasonunu daha devirdim gitti. Cumartesi günü benim "özledim"lerime dayanamayıp sözlüm geldi. Sinemaya gittik, oturduk, gezdik. Mecburen sürekli dışardayız. Evlenince hiç dışarı çıkmak istemeyeceğim diyorum artık. İnsanlar akın akın alışveriş merkezlerindeler. Sürekli bir şeyler alıyorlar. Çılgınlık... İhtiyaç olup olmaması değil de, vakit var para var yapacak bir şey yok hadi alışveriş yapalım. Şu güzelmiş, pahalıymış ama o kadar çalışıyorum boşa mı çalışıyorum deyip alıyorlar da alıyorlar. Bu davranış yüzünden o kadar çalışıyorlar. O çalışmanın stresini atmak karşılığında mutlu olmak için harcıyorlar. Çılgınca bir kısırdöngü. Bunun bir parçası olmayı kesinlikle istemiyorum. İstanbul giderek karışık bir yer oluyor, insanlar normal değiller. Yolda düşüp kalsanız kimse hakikaten dönüp bakmıyor. Birisi tekme tokat girişse yanınızdan görmezden gelen milyonlar geçebilir. Size çarpıyorlar ama ağaç ya da direğe çarpmaktan farksız onlar için. Birisine yol vermek falan gibi şeyler yaparsanız buralı olmadığınız hemen anlaşılır zaten...İnşallah çocuklarımı burada yetiştirmek zorunda kalmam. Güvenip dışarı oynamaya bile yollanmaz ki:(

Efkar, özlem.. Sabahları uyanmak bile istemiyorum. Düşünmemek için dün tüm gün dizi izledim. Düşünmek bana üzüntüden başka bir şey getirmiyor. Sevdiğim insanların hepsinden uzağım. Bazı sevdiklerim de artık eskisi gibi değil bana üzüntüden başka bir şey vermiyorlar. Sözlüm geliyor ama o gün nasıl geçti anlamadan bitiyor ve geri gidiyor. Yine aynı yerdeyiz yine özlüyoruz. Sabah 5te binip geldi Bolu'dan. Sırf bir saat daha fazla görüşelim diye. Ama bir saat de yetmiyor. Ben zaten ayrılma zamanına yaklaştıkça başlıyorum, yine gideceksin yine özleyeceğiz demeye:( Daha kapıda ayrılırken o gün hiç yaşanmamış gibi özlüyorum. Yapacak bir şey yok:(

Sürekli çözüm arıyorum. Ağaç değiliz ki sonuçta, olduğumuz yeri sevmiyorsak değiştirebiliriz değil mi? Ama öyle olmuyor işte. Bugün değil de gelecek düşüncesi var ya sürekli. Oysa ki bugünü kurtarıyor mu kurtarıyor, yarını bırak yarına çıkarsan o zaman düşün değil mi... Söz, bir sene sonra nişan, bir sene sonra düğün. Neden? Çünkü okuyor bekleyeceğiz. Okusun, ben çalışıyorum. Kuru ekmek yeriz ama akşam eve koşarak gideriz. Bu kadar acıya ne gerek var. Ama olmaz tabi. Ben burdan kalkıp Bolu'ya gitsem bir iş kursam ya da bir işe girsem biz evlensek olmaz tabi. Çılgınlık olur çünkü. Normali böyle bekleyip acı çekmek. Biz de süper normal olduğumuza göre neyimize çılgınlıklar yapmak.Pff.

Neyse yine bir yere varmayan düşünceler. Yine aynı masada oturuyorum. Çaresizce çıkar yolu çözüm arıyorum. Bu içten gelen bir şey sanırım. Yani içten mutlu değilsen başkasına hediye gibi gelecek bir hayat bile bir anlam ifade etmiyor. Allah herkese kolaylık versin. Herkesin derdi bambaşka.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Araştırma Geliştirme

Sadece başörtüsüyle olmuyor tabi. Kılık kıyafte de dikkat etmek gerekiyor. Şu an zaten pantolon tunik giyiniyorum, kısa kollu ya da yakası açık vs giymiyorum ama yine de tuniklerim kısa bana göre. Hele bugün izlediğim ve dinlediğim vidyolardan sonra. Bir şey yapıyorsan doğru yapmakta fayda var. Yoksa tesettür sadece başını örtmekten ibaret değil. Tüm vücudu yabancı bakışlardan koruyacak şekilde giyinmek gerekiyor. Mümkün olduğunca geniş, dikkat çekmeyen... En güzeli pardesü giymek ama bir anda çevrem bu değişimi kaldıramayabilir, ya da benim cesaretim yok da bahane üretiyor da olabilirim tabi:( Ufaktan daha uzun daha bol tunikler bakmaya da başlayacağım. Sonra eteğe geçmeyi düşünüyorum, insanlar göre göre alışacaklar biliyorum. Çalıştığım yerde ekip arkadaşlarım da öyle çok tepki verecek dışlayacaklar insanlar değiller çok şükür. Bir de onu düşünmüyorum. İşimi kaybetmek bahasına bunu göze alabilir miydim bilemiyorum. Sanırım alamazdım, Rabbim kaldıramayacağım için beni böyle bir şeyle sınamıyor sanırım.

Neyse. Emine Şenlikoğlu'nu bilen bilir. Ama hangi yönüyle? Ben de biliyordum ama yazar olarak sadece. Oysa ki helal olsun, tesettürün de her ortamda savunucusu olmuş. Dobralığı taktire şayan. 32. günde Mehmed Ali Birand'la konuşması çok seviyeli ve çok haklı idi. Lafını esirgememiş ama karşısındakini de rencide etmemiş.



Yalnız Esra Elönü diye bir bayanın programında, kadının yüzüne "dandik tesettürlü" dedi. Haha gülmeden edemedim, üzgünüm:)


Okuyorum, dinliyorum, araştırıyorum. Biliyorum mükemmel iyinin düşmanıdır, ama yarım yamalak da olmasın istiyorum. Way to go!

17 Aralık 2013 Salı

İlk Eşarplarım

Haftasonu o gazla internetten 3 tane eşarp beğenip sipariş etmiştim. Bugün elime ulaştılar. Alırken hem sade hem de içinde birkaç renk bulundurmasından dolayı birkaç renk içeren modeller tercih etmiştim.





Ama elime geçince gördüm ki, malesef şu an bunları hiçbir kıyafetimle takamam sanırım:) Aferin banaa:) Çöpe gidecek değiller sonuçta ama yine de, şu anlık ihtiyacıma bir faydası olmaması kötü oldu tabi. Hâlâ elde var bir şal:(


16 Aralık 2013 Pazartesi

Hadi İnşallah!

Haftasonu çalışmam gerekiyordu ya, çalışmak dışında her şeyi yaptım sanırım. Cuma akşamı arkadaşlarla sinemaya gittik. Cumartesi günü evdeydim ama tüm gün Supernatural izledim. Pazar günü de kar yağışına karşı bot almam gerekiyordu. Daha sonra ise çok garip bir şey oldu.

Şöyle ki, bilmeyenler için, izlediğim dizide iki kardeş şeytana karşı savaşıyorlar. Bir tanesinin Allah inancı falan yok ama şeytanı hayaletler vampirler gibi savaşılması gereken bir varlık olarak görüyor sadece. Bir gün kardeşi ölüyor ve şeytanla anlaşma yapıyor. Kardeşi yaşama dönüyor ancak o 1 yıl sonra ölüp cehenneme gidecek. Nitekim gidiyor da. Ama bazı görevler için, dünyayı kıyametten kurtarmak için, bir melek tarafından cehennemden çıkartılıyor. Buraya kadar olan kısımlar benim için kurgudan ileri gitmiyor. İslam inancı taşıyan insanlar olarak bu senaryonun tamamı tartışılabilir benim gözümde. Ancak haftasonu izlediğim bölümde kardeşine cehennemde yaşadıklarını anlattı. Bizim inancımıza o kadar yakındı ki anlattıkları. Gözyaşları içerisindeydi.  "Sizin burada geçirdiğiniz 4 ay cehennemde 40 yıla denk geliyor. Bitmeyen bir acı. Oyuyorlar, parçalıyorlar, haşlıyorlar. Senden hiçbir şey kalmayana kadar parçalıyorlar ve yeniden bütün oluyorsun; her şey yeniden başlıyor."

Kendimi bildim bileli ahiret inancım var çok şükür. Hiçbir şey bilmeyen bir aileden gelmiyorum. Ama zamanla normalleşmiş bir ailem vardı. Annem ve babam gençliklerinde namaz kılmış insanlar. Ancak daha sonra hayat şartları mı demeli, boşvermişlik mi... Bırakmıştılar. Ben büyürken her zaman bize dini inanç aşıladılar ama aşırı olmayacak şekilde. Mesela ben namaz kılmaya gizli gizli başladım. Ortaokuldaydım. Neden gizli gizli kılıyordum? Çünkü şaşırabilirlerdi, dalga geçebilirlerdi. Nitekim kapıyı kapatıp odaya kardeşimi almayıp ne yaptığımı çok merak etmiş olacaklar ki, bir akşam babam gülerek sordu. Ne yapıyordun kızım diye. Ben de namaz kılıyordum baba dedim. O kadar şaşırdı ki. Nasıl namaz kılıyordun yani?!! dedi. Herkes nasıl kılıyorsa öyle dedim. Yani beni camiye gönderen Kur'an öğreneyim sureleri ezberleyeyim isteyen bir ailem vardı ama namaz kıldığımı söyleyince alaycı bir şekilde gülerek nasıl namaz kılıyorsun yani de diyebiliyorlardı. Babamın beni küçük gördüğünü, özenti olarak düşündüğünü sanmıyorum. Daha ziyade o yaşta nerden esinlendiğime şaşırmış olmalı. Daha sonra kendisi de namaz kılmaya başlamıştı hatta. Ama bu davranışı bana o zaman itici gelmişti ve üzmüştü. Orada böyle davranmak yerine, aferin kızım nerden aklına geldi maşallah vs gibi bir tepki verseydi çok teşvik edici olurdu.

Daha sonra lise sonra kapanmak istediğimi söyledim. Annem ve babamı karşıma aldım size bir şey söylemek istiyorum diye. O yaşta bir çocuk, sorunsuz bir öğrenci, e evlenemeyeceğine göre ne olabilir ki? Onlar da merakla beklediler ve “ben kapanmak istiyorum” dediğimde önce oldukça şaşırdılar. Sonra babam, çok istiyorsan sana kıyafetler eşarplar alayım evde öyle gez hevesini al dedi:) Heves olarak görüyorlardı normal olarak. Oysa en yakın arkadaşlarım da açıklardı o sırada. Kime özeneceğim Allah aşkına. Annem daha da sert çıkmıştı rahmetli. Seni arkadaşlarıma ne diye tanıştıracağım demişti bana. Benden utanacaktı yani. Bu kavga uzun bir zaman devam etti. Ben ağladım falan ama pek kâr etmedi. Bu sırada benim bu savaşımı gören yakın arkadaşlarım kapandılar. Kaç yıl geçti üzerinden. Bana nasip olmadı ama onlar kaç yıldır kapalılar… Liseyi bitirdiğim yaz Kur’an kursuna gittik aynı arkadaşlarımla. Evden çarşıya gidiyordum, ve kapalı gidip geliyordum. Sırf annemlerin gözü alışsın diye. Bir sabah babamla çarşıda karşılaştık ve babam beni tanımadı:) Normaldir, eşarp oldukça değiştiriyor beni. Ama onlar kabul de edememişlerdi tabi.

Velhasıl bu sevda orada bitti. Ben de peşini bıraktım. İnsanlar neler yapıyorlar, ne isyankar davranışlar. Ama ben aileme karşı gelip dinimin emrini bile yerine getiremedim maalesef. Sonra ben de biraz uzaklaştım sanırım. Geçenlerde yazmıştım, yemek yiyorum ama yediğimin tadına varmıyorum. Aynı şekilde namaz kılıyorum ama görev olarak görüyorum. Durup düşünmeye, fark etmeye vakit yok. Ama haftasonu izlediğimden o kadar etkilendim ki. Kafaya koydum bu sefer kapanacağım inşallah. Neyi bekliyorum, vahiy mi gelecek (haşa). Ne yani. Yarın ölsem bunun hesabını verecek olan benim. Kalbim temiz mi diyeceğim? :)

Dün internetten 3 tane eşarp beğendim. Biraz yaz renkleri oldu sanırım. Ama koyu renkli şallar da bulurum. Yeter ki isteyeyim yaa olmayacak bir şey yok. Öğlen arası da çıkıp bone almayı düşünüyorum. Bu hafta olmaz belki ama sözlümle bundan sonraki buluşmamıza kapalı gitmek istiyorum kısmetse. Cesaret edebilirim inşallah. Rabbim kolaylık versin. Bugün yarın derken 25 yaşına geldim. İş yerinde de sorun olacağını sanmıyorum, Rabbim kolaylığını verir inşallah.

Hakkımda hayırlısı olsun:) Bu sefer umutluyum, cidden:)

12 Aralık 2013 Perşembe

Büyümese Miydik Ki?

Biraz önce kitap okurken bir cümleyle karşılaştım. Diyor ki: "Yemek yemek dikkat ister. Yemeğin tadına varmak ayrı, keyfine varmak ayrı özen gerektirir." Farkettim ki ben çoğu zaman aklımda başka düşünceler olduğu için sadece yiyecekleri ağzıma atıyorum. Ne yedim, ne kadar yedim, tadı nasıldı anlamadan tabağım bitince görev tamamlandı diyor ve kalkıyorum! Bu da kafamın çok dolu olmasından kaynaklanıyor tabii ki. Oysa ki hatırlıyorum da; çocukken annemin yaptığı yemeklerin tadı ve kokusu hala aklımda. Ama öğlen ne yediğimi hatırlamam için durup bir düşünmem gerekiyor. Çoğu zaman da aklımı meşgul eden şeyler işyerindeki sıkıntılar malesef.

Mesela yarın sabah toplantımız var, haftalık hesaba çekilme de diyebiliriz. Ne diyeceğiz ne hesap vereceğiz diye bugün iş yapamadık desem yeri. Ahirette nasıl hesap vereceğim diye bu kadar düşünsem ermiştim şimdiye kadar. Allah affetsin, dünya işlerine ne kadar dalar ahireti unutursak rabbim de bizi o kadar meşgul ediyor işte. Sorumluluklar arttırkça hayat da zorlaşıyor. Mesainin son yarım saatinde arkadaşlarla düşüncelerimiz şu yöndeydi:
 -İntihar mı etsem de gelmesem yarın?
-Uyuya mı kalsam ya?
-Hasta olup yataklara mı düşsem, rapor alır gelmem?
-Ben yarın izin alacağım yaa bu ne böyle sinir stres gerilim.
Ben de hepsinden ortaya karışık bir bahane uydurmayı düşünüyorum. Şu yaşadıklarımızı müdürümüz öngörse bizi yine de bırakır gider miydi acaba? Giderdi tabi, onun da sebepleri vardır.

Neyse, ne diyordum.Biz büyüdük ve kirlendi dünya!

Çok Şey Mi İstiyorum?

Dün akşam gerçekten de kar yağışı nedeniyle bizi 1 saat erken bıraktılar. Önceki senelerde genelde erken bırakıldığımızda servisimiz bir yerlerde mahsur kalıyordu ve biz bir türlü eve saat 9'dan önce varamıyorduk. Ama bu sene maşallah servisimize, tam saatinde geldi aldı bizi. Eve 1.5 saat erken gitmiş oldum. Ama iş stresi de nereye gitsem benimle geldiği için çok da rahatlatıcı olmadı:(

Müdürsüz geçirdiğimiz haftalar çok stres ve baskı altındayız. Ekipçe, kendimizi savunmayı bilmiyormuşuz onu farkettik. Kim ne derse top bizde kalıyor, biz topu bir türlü karşı tarafa geri atamıyoruz. Tüm grubu ilgilendiren bir projede nedense asıl işi yapması gereken arkadaşların işlerini geciktirmeleri sorun değil, ama onların gecikmesi yüzünden bizim de revizyon tarihlerini mecburen ileri atıyor oluşumuz kriz! Bir de anlattığım gıcık pazarlama müdürüyle toplantıya girdiğim proje ile ilgili malesef bir ilerleme kaydedemiyorum. Ben de bıktım, elimden çıksa da kurtulsam diye dualar ediyorum ama tek başıma çırpınınca bu kadar oluyor. Çok bunalıyorum, sıkılıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu şekilde olunca ister istemez sabahları kalkıp buraya gelmek bana zulüm gibi geliyor. Motivasyon sıfır:(

Şu anda iş yaşamım böyle malesef. Bilmiyorum yaa, çalışmak böyle olmak zorunda mı, ben mi çok umursuyorum kafama takıyorum. Bazı çalışanlara gıpta ediyorum; o kadar umursamazlar ki. Nasılsa o cevap verir, öbürü sorar, birisi öğrenir ben de ondan öğrenirim falan diye geçiyor hayatları. İnşallah güzel bir işim olur ilerde. Severek yapacağım bir iş istiyorum, beni başkasına muhtaç etmeyecek kadar maaşım olsun yeter:( Çok şey mi istiyorum:(

11 Aralık 2013 Çarşamba

Dün gece yatarken yazdığım gönderide tahmin ettiğim oldu ve bembeyaz bir sabaha uyandık. Ancak İstanbul'da olduğumuzu unutup yanlışlıkla sevinmeye falan kalkmadım tabii ki. Ben her zamanki gibi saatinde durağımdaydım ama servisimiz trafikte ve hatta yolda kalmıştı ve gelemiyordu. Geç de olsa geldiğinde de trafik nedeniyle şirkete varışımız çok geç oldu. Ben niyetli olduğum için beni pek etkilemedi ama arkadaşlar kahvaltılarını yerlerinde yapmak zorunda kaldılar. Ama bunlar ölümcül şeyler değil tabii ki, rutinin bozulması dışında beklediğimden daha hasarsız bir sabah oldu.

Bu yaşıma kadar her sene bir kez de olsa iyi bir kar yağışı görmüşümdür. Hayatımda ilk kez, kar yağarken şimşek çaktığını ve gök gürlediğini gördüm. Bu birkaç kez oldu hem de. Çok şaşırdığımı söylemem gerek. Akşam işten çıkışımızın erkene alınmasını bekliyoruz. En azından iki senedir öyle oluyordu:) Beklentiler yüksek:)

Ama ben kar kış kıyamet demedim, öğlen arası çıkıp bankaya gittim ve sözlüm için de bireysel emeklilik başlattım. İlerde keşke birlikte başlasaydık demek yerine aksiyon almak lazım. O okuyor olabilir ama bu emekliliğe yatırım yapamaz anlamına gelmiyor:)

Rahmetli anneciğim böyle kar yağdığı günlerde okullar tatil olduğunda ya da haftasonu olduğunda bize mısır patlatırdı. En sevdiğimiz kar aktivitesi patlamış mısır yemekti. Canım annem, ben de kendi çocuklarım olduğunda yapacağım kısmetse. Kar tanelerinin düşüşünü izlemek de sinema filmi izlemek kadar heyecan vericiydi bence.

Hep geleceğe dönük hayaller aklımda. Güzel günler bizi bekler:)


Karlaaar Duseer...

İstanbula mevsimin ilk kari dusmus bulunuyor.Kalici olur mu bilemiyorum, simdilik arabalarin ustleri kar tutmus durumda. Bembeyaz bir sabaha uyanabilirim:)

Rabbim evi barki olmayanlarin yardimcisi olsun. Bizim icin eglence olan kar onlara olum oluyor...

9 Aralık 2013 Pazartesi

Mutluluğa Bir Adım Daha

En sonunda nişan tarihimizi kararlaştırabildik:) Eğer bulacağımız yer de boş olursa 2 Ağustos, değilse 9 Ağustos'ta olacak. Cumartesi günü sözlüm ve kayınvalidem burdaydılar. Kayınvalidem bana pike takımı yapacak kendi elleriyle. Onun için kumaş almaya Eminönü'ne gittik. Allah razı olsun gelirken süper mamalar getirmiş. Oradan yemek yemek için Çengelköy'de hep gittiğimiz boğaz manzaralı bir restauranta götürdük. O manzaraya rağmen trafikten o kadar gözü korkmuş ki, sürekli; "burada yaşanmaz siz kaçın gelin." dedi. Daha sonra evime davet ettim. Sözlüm de en sonunda yanında annesi olduğu için eve girebilme vizesini almış oldu:) Aynı evde olmak ilginç ve dikkat dağıtıcı oluyor cidden.

Hazır üçümüz bir araya gelmişken nişan tarihini de nasıl yapalım diye bir beyin fırtınası yaptık. Benim kardeşimin askerlik durumu, onun ablasının okulunun başlaması derken en uygun tarih olarak Ramazan Bayramı'ndan sonraki haftayı kararlaştırdık. Ardından ben dün İzmit'e gittim ki bir an önce yerleri gezip tarih alalım, rezervasyonumuzu yaptıralım. Geç bile kalmışız diyebilirim. İzmit'te pek yer beğenemedim ama Gölcük'te iki yer var beğendiğim. Fiyat vermelerini bekliyoruz. Birisi altı bin civarı bir fiyat verdi dün akşam. Diğerini merakla bekliyorum. Birkaç tane de beş yıldızlı otel gezdik. Bir tanesi açıkça, o haftaların çok değerli olduğunu ve iki yüz kişilik nişanla harcamak yerine altı yüz kişilik düğünlere vermeyi tercih edeceğini söyledi. En azından dürüsttü:) Bir diğer çok meşhur restaurantta ise adama kafa atmamak için kendimi zor tuttum. Bize daha mekanı göstermeden biz beğendik demeden geçti bilgisayarın başına, yemekli diyorum şöyle böyle diyorum falan liste hazırlamaya başladı. Ben yemek istemiyorum deyince öyle bir bakışı vardı ki, fakirler burda ne işiniz var der gibi. Ardından da bu ifadesini destekleyen şu cümleyi telaffuz etti: "o zaman fotoğraf da istemezsiniz, o da iki bin civarında bir fiyat tutuyor". Ben ilk önce bir afalladım, sonra "biz ücretinden dolayı değil yemekli olmasını istemediğimiz için yemeği çıkarmak istedik. Fotoğraf ve kamera tabii ki olacak" dedim ama sözlüm tutmasa kalkıp dalacaktım adama. Ordan sonra söylediği hiçbir şey hakkında en ufak bir fikrim yok. Adamların salonu dolduramama gibi bir sıkıntısı olmadığı için müşteriye böyle davranmaları normak tabii ki. Neredeyse biz onlara yalvaracağız ne olur salonu bize verin diye. Elime tutuşturduğu menüye bakmadan yırttım attım. Mekanın üstüne de bir çizik attım benim için bitmiştir.

Beğendiğimiz yerlerin birisi tepelerde kalıyor. Körfez manzarası harika. Sözlümün ailesi oranın müdavimlerinden diyebilirim, ablasının kınası orada olmuş, kardeşinin sünneti. Yani test edilmiş ve onaylanmış bir mekan. Orası olabilir diye aklımda. Ancak bir de sahilde bir yer bulduk. Henüz yeni yapılıyor ama yaza kadar bitmiş olacakmış. Orası organizasyon olarak daha profesyonel geldi bana. O da bir fiyat versin de kararı ona göre vereceğiz. Ama orasını daha çok sevdim sanırım. Daha artistik olacak gibi geliyor bana. Bir kere nişanlanıyoruz, düğünde böyle bir fırsatımız olup olamayacağını da bilemiyorum. Babam için de fiyat uygun olursa orada yapmak istiyorum. Ha nişan böyle olursa düğünde ne yapmak gerekir onu hiç bilmiyorum ama:) Ona zamanı gelince bakarız artık.

Ben aslında hiç böyle salonda nişan yapacağımı falan düşünmemiştim ama hayat insana neler yaptırıyor. Eğer sözlümün okulu bitmiş olsaydı ve hemen evlenebilme fırsatımız olsaydı sözle nişanı birlikte evde yapardım. Ardından da hemen düğün... Ama böyle arada çok zaman olunca mecburen her şeyi zamana yayarak yapmamız gerekiyor. Belki böylesi daha iyidir tabii ki. Ben şimdi gençlik heyecanıyla umursamıyorum sevdiğime kavuşayım yeter diye atlıyorum ama bundan yirmi sene sonra keşke yapsaydım demeyeceğime de garanti veremiyorum. O yüzden hiçbir şey eksik kalmamış olacak kısmetse. Mekanı bir ayarlarsak sırada kıyafete karar verip bir dikimeviyle gidip anlaşmakta. Sonrası halledilir bir şekilde. Davetiyeler, bohça hazırlamak için yapacağımız alışverişler... Aslında çalışmıyor olsam bunlar çok güzel şeyler ve çok özenilerek yapılacak şeyler. Ama bu kadar zaman alan ve özverili çalışma isteyen bir iş yapınca sadece haftasonları bakabiliyorum ve sürekli bir koşturma içinde geçiyor zaman. Sözümde de böyle olmuştu. Bir de ben burda hiçbir yer bilmiyorum, o yüzden elbise dikimi de İzmit'te olacak. Artık bir ayağım hep İzmit'te olacak sanırım...

Rabbim yüzümüzü kara çıkarmasın, hayırlısıyla bunun da altından kalkarız inşallah.


1 Aralık 2013 Pazar

İstanbul Efendisi


Osmanlı döneminde Lale Devri'nden sonraki zamanları hicveden müzikli bir oyundu. Ben Ümraniye Şehir Tiyatroları'nda izledim. Salonu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Bir de en arkada oturduk, önümüze oturan izleyicilerin kurbanı olduk.

Oyunda İstanbul Efendisi diye bahsedilen makamlı bir şahıs, kızını evlendirmek istiyor. Ancak damat adayını seçmek için ilginç bir yola başvuruyor; cinleri perileri ebcet hesabını kullanıyor. Ama hatun kısmı şeytana pabucunu ters giydirir diye boşuna dememişler. Kız da sevdiği adamın babasının istediği kılıfa uydurup yine sevdiğine varıyor:)



Oyunun birçok yerinde "sapıttılar bunlar" diye tabir edeceğim sahneler oldu. Televizyonda ya da sinemada izlerken bile sıkıntı veren bu durum bir de kanlı canlı birkaç metre ileride olunca ne yalan söyleyeyim oyundan çıkmak istedim. Onun dışında eğlenceliydi ama bu yollara hiç başvurulmasa keşke. Yapılan sanatı satmak için bu tarz şeylere bence hiç gerek yok. Kaldı ki salonda birçok küçük arkadaşımız da var. Aileler çocuklarımızın ayağı alışsın, kültürel olarak gelişsinler diye niyet ediyorlar. Ancak güzel bir niyet bu şekilde tesir edecekse, gelmeseler haklarında daha hayırlı olurdu bence.

Bunun dışında performanslar gerçekten güzeldi. Oyuncuların da eğlendiğini görüyorsunuz, karakteri yaşıyorlar bir nevi.Oyuna kendilerinden çok şey katıyorlar ister istemez.


Küçük Arı

"Barış, insanların birbirlerine gerçek adlarını söyleyebildikleri bir zamandır."

Bu kitabı uzun zamandır okumak istiyordum. Sonunda elime geçti ve 2013 bitmeden böyle güzel bir kitabı daha bitirmiş oldum.

Kitabın konusu kısaca şöyle; Nijerya'da dünyadan haberleri olmayan iki kız kardeş, petrol savaşlarının ortasında kalırlar. Olanları gören şahitlerden kurtulmaya çalışan haydutlar peşlerindeyken, o sırada İngiltere'den tatil için gelen gazeteci bir çiftle ormanda yolları kesişir. Kızların hayatlarına karşılık bu çiftten bir fedakarlık istenir. Bayan gözünü bile kırpmayacak kadar cesurdur, ancak eşi malesef bu cesareti gösteremez. Sonuçta haydutlar iki kızı da alıp giderler. Yıllar sonra kadın çok zor bir dönemden geçerken, öldüğünü sandığı bu kızı karşısında canlı kanlı bir şekilde dikilirken bulur. Hayatına değer katabilmek için bu buluşmayı bir fırsat olarak görecektir.

Konuyu bu şekilde anlatınca çok aksiyonlu, heyecanlı bir kurgu var gibi görünse de; kitabın gerçek hayattan alındığı hissini verecek kadar normal olaylar yaşanıyor ve mucizeler olmuyor. Tam kız yakalanacakken bir mucize olup ortadan kaybolmuyor ya da askerlerin dikkati dağılıp aradan sıvışmıyor. Yakalanıp ülkesine, yani ölüme gönderiliyor.

Nijerya'da petrol için  böyle kan döküldüğü çok aşikar edilmiş bir konuydu da ben mi kaçırdım acaba? Hiç böyle bir durumdan haberimiz olmadı sanki. Sadece kan dökülmesi değil insanın beyninde şimşekler çaktıran. Her savaşta işlenen insanlık suçları malesef kan dökmekten önce geliyor. Orada olsanız aklınızı yitireceğiniz şeyler yaşayan insanlar bir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmek için unutmaya çalışıyorlar. Rabbim hiçbir ülkeye böyle günler göstermesin. Amin.

26 Kasım 2013 Salı

Ben öyle çok hırsları olan bir insan değilim. Sadece mutlu olacağım bir ortamda sevdiğim işi yapmak ve bu yoldan helal rızkımı kazanmak istiyorum. Ama girdiğim sektörde buna imkan yok sanırım. Daha önce müdürümün ayrılmasından bahsetmiştim. Herkesle aramızda tampon bölge oluşturuyormuş meğerse. Ondan sonra kötü olacağını tahmin etmiştim ama bu kadar kötü olacağını değil.

Dün pazarlama müdürüyle bir toplantıya girdim. Ekip arkadaşlarım zaten bıraksam toplantıya bile girmeyeceklerdi. Girdiler ama süs olarak oturdular sadece. Bir ara siz de toplantıdasınız arkadaşlar, biraz etkin olun diye uyarmak zorunda bile kaldım. Kaldı ki ben uzman yardımcısıyım, onlarsa uzman. Karşımızdaki de müdür olmuş nasıl olduysa. İlkokul seviyesinde bir toplantı geçirdik diyebilirim. Bana da nedense taktı bir şekilde. Her bilgisayara baktığımda, "takip edemiyorsun sanırım daha önemli bir işin var!?" şeklinde çıkıştı. Bu ve bunun gibi birçok gereksiz söz sarfetti. Sebebi onun da tutuşmuş olması ama ne olursa olsun karşındaki insanla konuşmanın bir adabı vardır. Kaldı ki biz burada köle olarak çalışmıyoruz. Tabii ki bu şekilde cevap veremiyoruz, kılıfına uydurup sakin olmaya çalışarak cevap vermeye çalışıyoruz. Olan benim sinirlerime oldu.

Böyle bir ortamda çalışmak istemiyorum tabii ki. Şu an vasıfsız eleman olarak bile bir yerlere gidebilirim, yeter ki kafam rahat olsun. Aç kalmayayım. Ama para kazanacağım diye saçma sapan insanların laflarını dinleyebileceğimi de sanmıyorum. Ben o yapıda bir insan değilim. Bunu takmayacak sorun etmeyecek arkadaşlar da var ama ben malesef onlardan birisi değilim.

Biraz önce şirket bünyesindeki bir çalışanın vefat haberi geldi. 44 yaşında imiş henüz. Bunları görünce bir kalıyoruz ekipçe. Ne için bu kadar savaş veriyoruz ya, yarın bizim de ölmeyeceğimiz ne malum diyoruz. Yarım saat içerisinde bu duygu dağılığ kaldığımız yerden devam ediyoruz bu kurtlar sofrasında.

En kısa zamanda farklı bir yerde çalışmaya başlamak istiyorum. O kadar ki, iş bulmadan istifa etmeyi bile düşündüm ancak sorumluluklarım var. Ödemem gereken ev taksitlerim, kiram, faturalarım ve bireysel emeklilik ödemelerim var. Kul sıkışmadan hızır yetişmezmiş, çok sıkıştım Allah'ım.


20 Kasım 2013 Çarşamba

Site Önerisi - 2

 

Geçenlerde kitap takasına dair bir site keşfetmiş ve adresini paylaşmıştım. Bugün başka bir site daha keşfettim. Burada hem takas hem satış yapılabiliyor. Diğer sitede takasa başlayabilmek için siteye önce beş kitap vermek gerekiyordu. Bugün bulduğum sitede ise kayıt olur olmaz kitap alıp satmaya, değiş tokuş yapmaya başlayabiliyorsunuz. Siteye şuradan ulaşılabilir : http://www.ukitap.com/  Sitede çok sayıda kitap mevcut. Bir kitap için farklı satıcılar bulabileceğinizden aradığınız kitabı düşük fiyata alabilirsiniz.

İyi okumalar.

19 Kasım 2013 Salı

Ahmet Ümit - Sultanı Öldürmek

Yıl bitmeden bir kitap daha bitirdim çok şükür. Bu yıl önceki 4-5 seneye göre oldukça az kitap okumuşum. Bu kitabı da bitirmem 2-3 haftamı aldı sanırım. Yazarın okuduğum dördüncü kitabı idi Sultanı Öldürmek. İstanbul Hatırası kitabından sonra yazdığı her kitabı okurum demiştim, o derece beğenmiştim. Ancak bu kitabını okurken biraz sıkıldım, hatta elimden bir süre bıraktım.

Türk yazarlar arasından böyle başarılı polisiye roman yazan birisinin çıkması beni çok mutlu etmişti. Yazar sadece cinayet de yazmıyor, her kitabında muhakkak derinlemesine bilgi verdiği bir konu oluyor; İstanbul Tarihi, İstanbul'un fethi, Fatih Sultan Mehmet, Şems... Yalnız bu kitabında tam da artık katil yakalansın dediğimde pat diye mevzu İstanbul'un Fethi'ne geldi ve karakterler İstanbul'da bir fetih gezisine çıktılar. O sayfaları atlayıp, katili öğrendikten sonra okumayı bile düşündüm. Çünkü fethi de çok güzel anlatıyor ama benim aklım katilde kaldı. Konu koptu gidiyor... Bu kısmı sabırla okuyup geçtim, ama kitabın sonu beklediğime değmedi malesef. Bu kadar kurgudan sonra ağzımızı açık bırakacak bir final olmalıydı. Benim için hayal kırıklığı oldu.

Kitabın kahramanı Fatih Sultan Mehmed üzerine uzman olan tarih profesörü Müştak Serhazin hoca. Sıradan bir günde, kendisini 21 yıl önce terkedip giden tarihçi eski sevgilisinden bir akşam yemeği daveti alıyor ve hayatı değişiyor. Evine davete icabet etmek için ya da onu öldürmek için giden Müştak Hoca, onu son gören kişi. Ne yazık ki psikojenik füg hastası ve bazen bilincini kaybedebiliyor. 4 gün boyunca kendisiyle çelişerek hem katili arıyor hem de kendisinden şüpheleniyor. Bu sırada da Fatih Sultan Mehmed Han ile ilgili kafalarda soru işareti bırakan konuları açıklığa kavuşturmaya çalışıyor. Hoca'nın Fatih ile konuştuğu kısım kitap içerisinde en etkilendiğim kısımdı diyebilirim. Bir de polislerin İstanbul Hatırası kitabındaki komiser ve ekibi olması da çok hoşuma gitti. Diğer kitaptan tanıdığım kişilere rastlamış gibi oldum.

Hangi Ahmet Ümit kitabı dense, "İstanbul Hatırası" ve "Bab-ı Esrar" kitaplarını öneririm. Salt cinayet çözmekle kalmayıp tarihsel ve kültürel bilgiler de öğrenmiş oluyorsunuz, ama asıl mevzu olan cinayetten kopmadan. Bir taşla iki kuş.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Çocukluğum Demek Kardeşim Demek

Akşam üzeri kardeşim ve nişanlısı uğradılar sağolsunlar. Bu sene gelinimizin yurdu benim evimin bir-iki sokak aşağısında olduğu için onu bırakırken ablasını da ihmal etmiyor benim hayırsız:) Aynı şehrin içinde bile olsak, hayat koşturmacası öyle bir içine çekiyor ki bizi, birbirimizi görmeye dertleşmeye vaktimiz olmuyor. Annem biz küçükken kavga edince hep derdi ki: "İleride büyüdüğünüzde ikiniz de ayrı yerlerde olacaksınız. O zaman çok özlersiniz birbirinizi ama". Biz ise o sırada küs olduğumuzdan "Ne özleyeceğim o aptalı yaa :'(" şeklinde yanıtlardık hemen. Kardeşimi her özlediğimde anacığımın bu sözleri aklıma gelir.

Kardeşimle aramızda 17 ay gibi kısa bir süre var. Ben kendimi bildim bileli yanımdaydı. İkiz gibi büyüdük. Tek büyüyen çocuklara o kadar üzülüyorum ki. Aklıma kardeşim her geldiğinde anneciğime rahmet okurum "iyi ki doğurmuş, iyi ki beni bu dünyada yalnız bırakmamış" diye. Hayatı birlikte öğrendik, her şeyi birlikte yaşadık. Bu kadar güzel ne olabilir ki. Küçükken -l harfini söyleyemez bana "âbâ" derdi:) Saat 9 oldu mu yanakları kulakları kıpkırmızı olur, bulduğu ilk kucakta uyuya kalırdı. En çok da oyuncak kırmayı, ya da bulduğu herhangi bir şeyi kırmayı severdi. Evin içinde gözükmüyor ve sesi çıkmıyorsa bu kesinlikle bir yerlerde yaramazlık yapıyor demektir. Trenlerinin nasıl çalıştığını merak edip çekiçle içini açmış olabilir, mutfak lavabosuna tırmanıp dişlerini fırçalıyor olabilir, perdeleri ve dantel masa örtülerini makasla kesiyor olabilir, erişebildiği vitrin örtülerini bahçeye gömüyor olabilir... Saymakla bitmez. Gözünüzün önünde koskoca vitrinleri bir hareketle üzerine yıkmayı ya da tüplü televizyonu üzerine devirmeyi de başarabilir... O kadar yaramaz bir çocuktu ki. 1 dakika göz önünden ayırırsanız bulduğunuzda çamaşır suyu şişesini kafasına dikiyor ya da deterjan kutusunu açmış yiyor olabilirdi. O ne kadar yaramazsa ben o kadar tertipli düzenli bir çocuktum. O her şeyi yer, ben ise istemem yemem diye naz yapardım. Benim yemediklerimi de o yerdi:) Çok güzel bir çocukluk geçirdik, tâ ki annem çalışmaya geri dönünceye kadar. Oradan sonrası sürekli bir karmaşa, düzensizlik olarak yer etmiş belleğimde. Annem evdeyken bize kekler yapardı. Hazır hiçbir şey yedirmezdi. Biz de karşısına oturur o kadar dikkatli ve sessiz izlerdik ki kek yapışını:) Her şey bittiğinde kek yenilebilir hale geldiğinde o büyülü saatler bitti diye çok üzülürdük. Anlatmakla bitmez o güzel günler. Allah nasip ederse ben de ilk çocuğumu yalnız bırakmayacağım ve mümkün olduğunca yaşlarını yakın tutmaya çalışacağım. Tabii hayatında bir kez bile çocuk altı değiştirmemiş birisinin bu sözleri şu an söylemesi çok kolay oluyordur sanırım, kaba tabirle "bekara karı boşamak kolay gelir" misali. İnşallah o günler geldiğinde böyle bir gücümüz olur ve çocuklarım da böyle güzel maceralarla büyürler. 

 Sokağa çıkamasak da oyun arkadaşının yanıbaşında hazır olması muhteşem bir şeymiş, şimdiki çocukları gördükçe anlıyorum. İş arkadaşlarım çocuklarını yaşıtlarıyla bir araya getirmek için oyun grupları araştırıyorlar. En uygunları saati 100TL imiş duyduğuma göre. Ben bunu duyunca inanamadım tabii ki. Oyun saati dedikleri de başlarında bir hoca olacak, önlerine oyun aracını koyacak ve yapması gerekeni söyleyecek. Nerde kaldı o çocuğun hayal gücü, oyun kurması, liderlik göstermesi. Arkadaşıma söyleyemedim ama aklıma kendi çocukluğum geldi ve içimden "yap bir kardeş al sana oyun grubu" diye geçmedi değil.

Hafızam benimle oldukça o güzel günleri hep hatırlayacağım. Bana böyle bir aile verdiği için Rabbime ne kadar teşekkür etsem az.

15 Kasım 2013 Cuma

Site Önerisi

Malesef tanıdığım herkes arasında en fazla kitap okuyan benim. Malesef, çünkü; kitap değiş tokuş yapabileceğim birileri yok. Her okumak istediğim kitaba para vermek gibi bir lüksüm de yok. Şu an kitapyurdu.com'da sepetimdeki kitapların tutarı 400TL civarında. Hepsini alabilmem benim için büyük bir külfet olacaktır.

Kocaeli'ndeyken bir yaz kütüphaneye üyelik yaptırmıştım. Bayağı da bir kitap okumuştum. Gayet güncel kitaplara erişilebiliyor. O kadar güzel bir imkan ki. Bu imkana malesef İstanbul'da sahip değiilim. Her bulunan boş araziye AVM dikildiği için kütüphane açmak kimsenin aklına bile gelmiyor tabii ki. Taksim'deki kütüphanenin işimi göreceğini düşünüyorum. Ona da cumartesi günü karşıdan bir türlü gelip bakamadım. Koskoca Üsküdar'da ya da en azından Anadolu yakasında muhakkak kütüphane olacağına inanmak istiyorum, ben ulaşamadım herhalde.

(Yanda görülen resim; bizim kadar şanslı olmayanların da okuma şansı olsun diye yapılan bir kitap ayracı projesinden aldığım ayraç. http://www.kitapayraciprojesi.com/ linkinden projenin ayrıntılarına ve bu güzel ayraçlara ulaşılabilir.)

Hayatımızın her alanı internete taşınmışken, aklımıza gelebilecek her şeyi nette bulabilirken şunu bir aratayım dedim. Nitekim düşünülmüş: 2. el kitap almak-satmak isteyenler için de siteler vardı. Ancak bir site keşfettim ki daha da ilgimi çekti. Bu site kitaplarını takas etmek isteyenleri buluşturuyor. Henüz sadece üyeyim, herhangi bir kitap takas etme hakkım yok. Beş kitabımı gözden çıkarıp yollamaya karar verdiğimde takas yapabilmeye başlayacağım. Ardından eklediğim ya da takas yaptığım her kitap için bir kitap hakkım olacak(sistemi yanlış anlamadıysam). Siteye buradan ulaşılabilir: www.okudegistir.com

Kitaplarım benim için çok önemlidir. Evin büyük çocuğu olarak; "test kitaplarını kardeşin de kullanır kızım, üstünü çizmeden çalış" diye büyütüldüğümden midir bilmiyorum ama, çizmeye kıyamıyorum. Otobüslerde yanıma oturanların kitapları hunharca çizerek okumalarına hayretle bakmışımdır oldum olası. Nasıl kıyarsın cânım kitaba! Ben bir şeyi beğenirsem ya da daha sonra dönmek isteyeceğimi düşünürsem bir yerlere not alırım ama asla kitaplarımı çizmem. Velhasıl, başkasına ödünç bile verirken tedirgin olduğum kitaplarımdan bazılarını gözden çıkarıp istediğim kitapları okuyabilmek adına feda etmeyi deneyeceğim. Bilgi paylaştıkça çoğalır. Bu içgüdü biraz da insandaki biriktirme fıtratından kaynaklanıyor sanırım. Bugüne kadar kaç kitabımı dönüp tekrar okumuşumdur, bir elin parmaklarını geçmez. Yine de gönderirken öncelik beğenmediğim kitaplarda olacak gibime geliyor:)

13 Kasım 2013 Çarşamba

Dertli Zamanlar

Hava o kadar karanlık ki insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Tamam aylardan Kasım, bu havalar normal tabii ki. Ama yine de bırakın çalışmayı uyanasım bile gelmiyor. Bir de süper rüyalarım eklenince tamam oluyor. Bu sabah yine anneciğimi gördüm, ilginç bir rüyaydı. Bir yokuştan denize atlıyorduk ailecek. Önce kardeşim ardından da annem kayarak denize atladılar. Sonra annem koşarak yokuştan yukarı çıktı ve bana doğru yürüdü. O kadar gerçekti ki... Biraz daha uyanmasaydım sarılacaktım. Çok özledim. Yapacak bir şey yok biliyorum ama özlemeye de yapacak bir şey yok. Bir kez daha sarılabilmek için neler vermezdim ki... Bunları kimseye anlatmıyorum, insanlar benim çaresiz dertlerimle uğraşmak zorunda değiller. Ayrıca anlatsam ne olacak ki, yapacak bir şey var mı? En fazla duyacağımı biliyorum, Allah cennetinde kavuştursun inşallah vs vs. Başka ne denebilir ki? Zaten insan böyle bir üzüntüsünü anlatırken teselli istemiyor ki, sadece anlatmak istediğimden söylüyorum söylersem. Ama yaşamayan bilmiyor, kimseye diyeceğim bir şey yok. Karşımda insanların ne diyeceklerini bilemeyip ezilmesine de gerek yok. O yüzden kimseye, babama kardeşime bile, demiyorum annemi çok özledim diye. Yokluğa sabretmek mümkünse, öyle yapmaya çalışıyorum. Eve her girdiğimde annemi bekliyorum, ilk zamanlar arayacak oluyordum falan... Velhasıl, zor.

Hayat devam ediyor ister istemez. İki gün önce liseden beri arkadaştan öte kardeş olduğum, canım dostumun nikahı vardı. Süreci o kadar hızlı gelişti ki hâlâ inanamıyorum evleniyor olduğuna. Söz yaptık nişana saydı:) Nişan derdinden böylece kurtulmuş oldu. Benim de hemen evlenebilme şansım olsaydı ben de nişanı atlardım. Erkekler bu tür işlerin bayanların hoşuna gittiğini sanıyorlar. Oysa ki çok büyük bir stres ve külfetten başka bir şey değil. Zaten çalışan bayanların bu tür şeylere vakti olmuyor, ama kendini üçe bölmen gerekse bile yetişmeye çalışıyorsun bir şekilde... Bir de yeni moda çıktı, aileler karışmıyor ne hikmetse. Hiçbir şeye. Hadi masraflara karışmıyorsun, insan kızının evini eşyalarını merak da mı etmez? Eksiğin var mı diye gelip dolaşmaz mı yol göstermez mi? İkisi tek başlarına akılları erdiğince evi döşemeye çalıştılar. Ama başlarında yol göstermek için bir büyük olsa kesinlikle daha kullanışlı şeyler alırlar ve daha rahat ederlerdi. Allah akıl fikir vicdan versin. Süreci hızlandırarak streslerini azaltmış olduk böylece. İki hafta sonra kınası ve düğünü de olacak ve onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine... Allah bir ömür boyu mutluluk ve muhabbet versin. Kimseye muhtaç etmesin inşallah.

Dün de asya emeklilik ile bireysel emekliliğe giriş yaptım. Şirketlere grup fırsatları sunuyorlar yoksa hiç aklımda yoktu. Mesela giriş için verilen ücret alınmadı, hesap işletim ücreti alınmıyor, en düşük limit normalde 100ken biz 50 ile başlayabiliyoruz. Bu katkı payı ile alacağım maaş 350TL civarında bir şey olacaktır tahminim. Ama o yaşa geleceğim bile meçhul. Şu an zaten ev ödemeye çalışıyorum, bu dünyaya yaptığım yatırım bu kadar yeter. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak insanoğlunun fıtratında var sanırım. Ne yaparsak yapalım yine de paylaşmıyor biriktiriyoruz. Babam geçen gün telefonda elindeki kitaptan bir paragraf okudu. Diyor ki: "Biz gerçekten inanmıyoruz. İman ediyoruz ama inanmıyoruz. Kargalar bile biriktirmiyor. Biliyor ki rızkı veren onu aç bırakmayacak. Ama biz hiç paylaşmıyor hep biriktiriyoruz." Doğru gerçekten. Sadaka malı azaltmaz diye bir hadis vardı yanlış hatırlamıyorsam. Rızkı veren Allah, beni yarın aç bırakmaz demiyoruz. -ruz derken kendimi kastediyorum, şahsen bu durumdayım. Ahirete 1 birim veriyorsam bu dünyaya 10 veriyorum. Allah sonumuzu hayır etsin.Olan malın mülkün de hesabı sorulacak, nasıl vereceğiz bilemiyorum.

Hava durumu nedeniyle olsa gerek biraz karamsar bir yazı oldu. Daha sonra dönüp bakar yeniden üzülürüm diye bu tür üzüntülerimi yazmam genelde. Ama sözle anlatma millet üzülmesin, yazıyla anlatma sonra kendin görür üzülürsün derken olan bana oluyor. Bir yerlere dökmem gerek derdimi:( Buraya yazıp uzaya yolluyorum, kimse kendisini teselli verme mecburiyetinde hissetmiyor. En zararsızı.

25 Ekim 2013 Cuma

Bir Devir Kapandı

2011 yılı Haziran ayında üniversiteden mezun oldum. İstanbul'dan o kadar nefret etmiştim ki en hızlı şekilde pılımı pırtımı toplayıp ailemin yanına Kocaeli'ne "temelli" dönüş yaptım. Mezun olduğum bölüm ile ilgili oralarda iş bulma ihtimalim çok düşük de olsa kararlıydım. Gerekirse öğretmen olmak için savaş verecektim ama öğrenciliğimde kabuslar yaşadığım bu ile geri dönmeyecektim. Kariyer.net'e CV'mi bırakmıştım ama henüz iş bile bakmıyordum, neyin rahatlığıysa.

Birgün rahmetli anneciğimle temizlik yaparken telefonum çaldı, ellerim ıslak ıslak açtığımda şu an çalıştığım şirketten iş görüşmesine çağırıyorlardı. Hem de ertesi gün için! Birincisi o akşam gitsem nerede kalacağım gitmesem sabah nasıl yetişeceğim? İkincisi ise henüz iş görüşmelerine gitmeyi planlamadığım için kot ve günlük bluzlardan başka kıyafetim yok ne giyeceğim? Bir yandan da ben ne zaman başvurdum buraya yaa diye düşünüyordum. Sonra pat diye; "yarın sabah değil de öğleden sonra bari olamaz mı ben başka bir ildeyim şu an" dediğimi hatırlıyorum. Karşımdaki ses ufak bir duraklamadan sonra "grup müdürümüz öğleden sonra Ankara'da olacak ama ben bir sorayım isterseniz" dedi. Vays, bendeki artistliğe bak hele. Koskoca grup müdürünü mü erteleyeceğim. Tamam deyiverdim. Koşarak anneme haber verdim ve kalacak yer de bulup İstanbul yollarına düştüm. Varmam zaten akşamı bulmuştu, Giyecek kıyafet seçip aldığımda alışveriş merkezinin kapanış anonsları yapılıyordu:)

Tabii ki bütün gece heyecandan uyuyamadım. Sabaha kadar dönüp durdum. Şirketin kapısına kadar en yakın arkadaşım benimle geldi sağolsun, olmasa heyecandan bayılırdım herhalde. Erken girmeyeyim, geç de kalmayayım diyerek on dakika kadar etrafta dolanmışımdır. İçeri girdiğimde ise yanlış binada olduğumu ve on beş dakika yürüme mesafesindeki diğer binaya gitmem gerektiğini öğrendim. Aslında bir bakıma hakkımda hayırlısı buymuş diye düşünüyorum. Koştur koştur diğer binaya gittim. Geç kalmıştım tabii ki ve benden sonra randevu verdikleri arkadaşı içeri almışlardı. Ben asistan bayanın odasında beklemeye alındım. Sağolsun o kadar alakasız konular ile ilgili sohbetler açtı ki heyecanım uçup gitti. Görüşmeye girdiğimde odada 1 bayan 4 erkek 5 kişi karşımda oturuyordu. Grup müdürümüz olduğunu o zamanlar bilmediğim birisi bana ortalamamı sordu. Bence gayet iyi olsa da, "aaa biz 4 ortalama bekliyorduk neden böyle düşük oldu?" dedi. Böyle bir soru beklemediğimden "Gençlik!" deyiverdim:) Yine sonradan müdürüm olacağını bilmediğim birisinin güldüğünü hatırlıyorum. Çeşitli sorular sorup azad ettiler beni. Bence olmayacak ama tecrübe oldu en azından dedim. Derken bir hafta sonra İK görüşmesine ve sınava çağırdılar. Sınavda da çakıldım kesin derken bir yandan da mail gelir ararlar diye telefonuma ve bilgisayara mümkün olduğunca yaklaşmamaya çalışıyordum. Sonra yaklaşık bir hafta sonra korkunun ecele faydası yok dedim ve maillerimi açtığımda karşımda işe başlamam için verdikleri teklif duruyordu. Mezun olduktan 2 ay sonra 5 Eylül'de baştan hiç istemediğim ama aslında yan cebime koy da dediğim işe başlamıştım.

Müdürümüz çok ilginç birisiydi. Çoook çalışkan, zeki ve üretkendi orası kesin. Ama çalışanları ile arasına oldukça mesafe koymuştu gördüğüm kadarıyla. Hatta bir arkadaşın günaydın deyip cevap alamadığını bile görmüştüm! Bu nedenle gözümde despot bir imaj da çizmişti. Beni ve aynı gün başlayan iş arkadaşımı çok sıkıyordu. Sürekli zorlu işler veriyor, gece gündüz çalıştırıyor ve çok sıkı takip ediyordu. İlk yıl oldukça stresli, uykusuz, gerilimli ve bunalımlı geçti. Şimdi baktığımda aslında öyle çok da zor işler vermediğini görüyorum ama o zaman hiçbir şey bilmediğimizden en ufak bir bilgiye ulaşmak için on kişiiye soru sorup yüz takla atıyorduk. Şimdi bir günde yapılacak işi o zaman bir hafta hatta daha fazla gece gündüz uğraşmama rağmen çıkaramıyordum.... Old, beautiful, çömez days:)

Son bir yıldır çok daha ılımlı, en azından bir sorunumuz olduğunda karşısına geçip konuşabileceğimiz birisi haline geldi. Çalışanlarını ne kendi üstlerine ne de diğer birimlere asla ezdirmedi hakkımızı savundu, bizden daha çok taşın altına elini koydu her zaman. Anladım ki ağaç yaşken eğilir felsefesi ile ya da yeni alınan arabaların motorları açılsın diye hız limitlerinin zorlanması misali motorumuzu açmak içinmiş o hareketler:) Sonradan baktığımda kendi eliyle yetiştirdiği biz çalışanlarının, dışarıdan aldığı çalışanlardan her zaman daha fazla çalışan ve sorumluluk alan kişiler olduğunu gördüm. Müdürümüz kadar olamasak da onun yolunda kopyacıkları olmuşuz farketmeden:) Eğilme dönemi gerçekten çok zorlu geçse de ortaya çıkan sonuç nedeniyle kendisine her zaman minnettar olacağım.

-miş'li geçmiş zamanda yazmamın sebeb-i âlâsı; müdürümüzün işten ayrılıyor olması. Bütün grupta bomba etkisi yaratan bir haberdi bizim için. Bugün son günüydü, öğle tatilinde gidip hatıra olsun diye ekipçe bir saat aldık. Sonra baktık ki öğleden sonraya toplantı atmış. Hayırdır dedik ama iyi de oldu. Hediyesini vermek için zaten biz talep edecektik. Odaya girip size hediyemiz var dediğimizde, ben de size almıştım deyiverdi.

İşten ayrılırken ekip arkadaşlarına hediye alan başka herhangi bir müdür ya da çalışan var mıdır bilemiyorum ama bu hareketiyle gider ayak gönüllerimizde bir kez daha taht kurdu. İnşallah gittiği yerde de çok başarılı ve mutlu olur. Müdür ile lider arasındaki farkı bu kadar net ve yaşayarak anlattığı için, eşsiz zekasından pırıltılara şahit olmamıza fırsat verdiği için, kattığı tecrübe ve iş disiplini için, en önemlisi de anneciğim bu dünyadan ayrılmadan kızının işe girdiğini görmesini sağladığı için çok teşekkürler. Ama her şeyde bir hayır vardır; sonuçta işten ayrılmasaydı böyle de güzel bir fincanım olamayacaktı haha:))

Bu Puzzle'ı Bitiren Kız Kör Oldu

Dün gece saat 4'te yattım, sabah 6'da kalkacağımı bile bile. Sebeb-i âlâsı canımın sıkkın olması, kafama bazı şeyler takılmış olması gibi konulardı. Ama sonucu güzel oldu. Vesile ile bir puzzle'ın daha sonuna gelmiş oldum. Değdi mi, bence değdi.



Bu puzzle'ı A101'den almıştım. Son birkaç aydır biraz hızlı tükettiğimden hepsine 30ar TL veremeyeceğim. 2x1000 puzzle 14TL idi yanlış hatırlamıyorsam. Tablo bittiğinde çok hoşuma gitti. İçerisinde oldukça soft renkler vardı içim açıldı yaparken:) Fırsatım olduğunda çerçeveletip evimin başköşesine asacağım kısmetse.




Puzzle yapmaya 4 yıl önce 500 parça ile başlamıştım diye hatırlıyorum. O zaman kardeşimle birlikte yapmıştık. Ben evden uzakta okuduğum için birlikte bu kadar zaman geçirmek çok hoşuma gitmişti. Zaten bence bu hobi tek başına yapmaktan ziyade sevdiklerinizle yanyana oturarak, bazen ufaktan yarışarak ama hep gülüp eğlenerek tamamlanacak bir faaliyet. Ev arkadaşım da heves edip aldığında hepimiz bu mantıkla hareket edip saldırmıştık(4 kişiydik evde o zaman). Oysa ki o tek başına tamamlamak istiyormuş, herkes için aynı şeyi ifade etmeyebiliyor demek ki. Gerçi sonuçta karışık bulup yapmamıştı ve ben tamamlamıştım. Ne de olsa "zoru zaten başarırım, imkansız biraz zaman alır".

Sonraları üniversitede öğrenciyken bu kadar çok sevdiğim bir uğraş paraya dökülebilir mi diye de düşünmedim değil. Ama yurdumun güzel insanı o işe çoktan el atmış, ve benim rakip olamayacağım kampanyalar yapmıştı bile. "Bitiremediğiniz puzzlelarınızı bize gönderin, şu kadar paraya bitirelim. Çerçeveletip yollayalım kargo da bizden" ilanını gördüğümde bu hevesimden anında vazgeçtim. Üzerine bir de para verseydiniz bari, bu kadar da insafsız rekabet olur mu:) Bir bayanın da bitirilemeyen parçaları tamamlamaya gönüllü olduğunu duyurduğu bir ilan görmüştüm ama onun ki tamamen bu işe olan aşkından kaynaklı bir girişimdi. Fî Sebilillah. Ben de olsa olsa böyle bir şey yaparım zaten herhalde.

Bu zamana kadar tamamladığım diğer kıymetlilerim:
260 parça bir pisicik
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 

Konuya başlığı bu şekilde atmama neden olan puzzle. Kaç haftada tamamlandı hatırlamıyorum. 1000 parça idi ama renkler o kadar karışıktı ve karanlıktı ki...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Saat işini pek tutmadım. Farklı bir deneyim oldu ama yelkovan ve akrep pek seçilmedi uzaktan. Belki daha açık renkli bir resim seçilmeliydi, bilemedim.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yeni maceraları paylaşmak üzere. To be continued...

24 Ekim 2013 Perşembe

Yerçekimi (Gravity)


Geçtiğimiz bayram tatilindeki doğumgünü kutlamalarım kapsamında Yerçekimi (Gravity)  filmine gitme şansı yakaladım. Başrollerinde Sandra Bullock ve George Clooney oynuyor. Aslında başrol haricinde zaten ilk sahnelerde görülen 1-2 astronottan başkası oynamıyor:)

Filmin son birkaç dakikası hariç tamamı uzay boşluğunda geçiyor. Bu nedenle filmi 3 boyutlu şekilde sinemada izlemek yerine evde ya da TV'de izleseydim kesinlikle sıkılabilirdim, ya da bittiğinde vasat bulabilirdim. Benim fırsatım olmadı ancak IMAX ile izlense çok daha güzel olabilirdi kanaatindeyim.

Konu ise; uzay boşluğunda hayatta kalma savaşı -çok bilgi vermeyeyim-. İzlerken sürekli astronotların Dünya'da kalan hayatları ile ilgili kesit kesit görüntüler verilebilir, olay örgüsü gelişebilir diye bekledim. Açıkçası oldukça fazla da fırsat oldu. Ama uzayda kalmakta ısrar etmişler:) Konu olarak beni hiç doyurmadı diyebilirim. Belki de aksiyonlu, çetrefilli filmlere alıştığımdan bu film çook sakin kaldı. Görselliğe çok güvenip senaryoyu zayıf bırakmışlar.

Bundan sonra fırsatım olursa 25 Ekim'de vizyona girecek olan "Benim Dünyam" filmine gitmek istiyordum. Seçimi yaparken oyuncu kadrosu çok ilgimi çekti aslında. Fragmanını izlediğimde ise "ben bunu bir yerden hatırlıyorum" derken Hint asıllı Black filminin uyarlamasına bakıyordum.

Son zamanlarda uyarlama film ve dizilere çok fazla yer verilmeye başlandı. Özcan Deniz de Kore asıllı "Moment to Remember" filmini Türkçe'ye çevirerek Evim Sensin filmini çekmişti. Fragmanında Özcan Deniz yapımı yazdığını hatırlıyorum ve çok kızdığımı. Artık kimse kırk yılda bir köyüne gelecek filmleri izleyip onlarla sınırlı kalmıyor. Her şey elimizin altında ve el attığı film de öyle kenarda köşede kalmış bir film değildi. Daha sonra internetten sahneleri atlayarak göz attım da; hiç başarılı olmamış, adeta orjinalinin gölgesi gibiydi. Keşke özgün yapımlara imza atabilsek ya da en azından riski göze alabilsek de başka ülkelerde bizim filmlerimiz dizilerimiz uyarlanıp yayınlansa. Yeni bir soluk katıp emek vermek varken, zaten denenmiş ve başarılı olmuş işleri ısıtıp seyircinin önüne sunmak çok kolaya kaçmak gibi geliyor bana.

Bu düşünceler kapsamında Benim Dünyam filmini sinemada izleme fikrini de bir kenara koymuş oldum. Fırsat bulursam "İstanbul Hatırası" oyununu izlemeyi istiyorum. Tiyatronun gözünü seveyim; kendiliğinden 3 boyutlu. Her sahnelendiğinde farklı bir efor aslında. Ve sanatçıların elinizi uzattığınızda dokunacak mesafede olması muhteşem bir duygu.


23 Ekim 2013 Çarşamba

Tabletim ve Anılarımız

Şirketimiz Nisan ayında bir kampanya yapmış ve stoklar yettiği sürece bize motorola xoom tableti indirimli olarak vereceğini duyurmuştu. Malesef bu kampanyadan ekipteki arkadaşlarım dahil hiçbirimiz faydalanamadık. Ancak o zaman alıp almamaya karar verebilmek için oldukça araştırma yapmıştım tablet hakkında. Oradan bir hayranlık kaldı sanırım, tablet denildiğinde aklıma başka bir marka/model gelmiyor hâlâ:) Sözlüm sayesinde şirketimin heveslendirip vermediği tablete kavuşmuş oldum. Zaten gereksiz miydi, şımarıklık mı yaptım da mecbur bıraktım çocuğu derken bir de aldığımız tabletin bozuk çıkması oldukça moralimi bozdu.

Tableti birgün boyunca kullanmaya çalıştım. Sürekli beni uygulamadan atıyor ve durup dururken yeniden başlıyordu. Aldığımız yere götürdük, arıza biriminde çalışan arkadaş ilk önce fabrika ayarlarına döndürüp bir iki sayfa gezdi. "Bir şey görünmüyor, biraz kullanın devam ederse tekrar getirirsiniz" deyip bizi başından savmaya çalıştı. Ben sıkıntıdan emin olduğum için: "bir daha getirdiğimde de bunu söyleyip yollayacaksınız şimdi bakın mutlaka bu sorunu yaşayacaksınız eminim" diyerek karşı çıktım. Daha sonra bunun yazılımsal bir sıkıntı olduğunu ve garanti kapsamına bile girmediğini söyleyerek geçiştirmeye çalıştı. En sonunda dediği ise, "şu an vaktim yok ancak test ederken ben görsem sıkıntıyı, değiştirme insiyatifim var". O zaman bırakalım da akşama kadar kurcalayın, sen görmedin diye arıza yok değil sonuçta. Bunu da önerdim tabi ki. Dükkandan o tableti alıp çıkmaya hiç niyetim olmadığından oldukça bir süre başlarına ekşidik. Sonuç olarak hatayı kendisi de aldı ve cihazı değiştirdi. Şu an tabletim sıkıntısız çalışıyor, ancak o başlangıç ekranına gıcık oldum sanırım:)

Bizim yanımızda henüz 1 hafta önce iPhone almış olan bir müşteri de bataryası ile ilgili şikayette bulundu. Extra 100TL vererek VIP garanti de yaptırmış telefonuna. Görevli arkadaşın önerdiği bataryanın değişmesi gerektiği, bunu garantinin karşılamıyor olduğu, isterse VIP'sini kullanabileceği ancak batarya 50TL olduğu için zarara gireceği oldu. Bunun üzerine kız yeni bir batarya almak üzere mağazadan çıktı. Daha 1 hafta önce aldığın telefonda böyle bir sıkıntı çıkıyor ve faturası sana patlıyor. O da güzel, bu garantiler neyi kapsıyor ki Allah aşkına!

Velhasıl elektronik piyasasından dilim oldukça yandı. Kaç aydır araştırma yapıyorum, o paraya kıyana kadar kendimle o kadar savaştım. Sonuçta elimde bozuk bir tablet olacaktı neredeyse. Tableti değiştirelim dediğinde nasıl rahat bir nefes aldım anlatamam. Burdan sonra bir sıkıntı yaşamam diye dua ediyorum.




Dear tabletim; oldukça hızlı, 3G bağlantısı var, bluetooth olması benim için çok önemliydi. 32GB depolama alanı olması da bir artı. Daha iyi olabilirdi dediğim kısımlar ise; daha hafif ve ince olabilirmiş. Bir de android versiyonu 3.0 honeycomb. Yükseltilebilse süper olur cidden! Yine de büyük kolaylık, elleriniz dert görmesin mühendis arkadaşlarım:)

19 Ekim 2013 Cumartesi

Bana Hergün Bayram

Ha Geldi ha gelecek, tatil yapacağız derken bitti bile. Kurban bayramını da bitirdik. Bir dahaki bayrama kadar böyle 9 günlük güzel bir tatil göremeyeceğiz artık. Her tatilin bir sonu var malesef. Önemli olan güzel bir bayram geçirmiş olmaktı. Geriye dönüp baktığımızda tatil olduğundan başka da bir şeyler hatırlamak çok hoş olacak.


Küçüklüğümde bir ya da iki kez kurbanımızı kendimiz kesmiştik. Eve leğenle et geldiğini ve annemle kavurma yaptığımızı hatırlıyorum. Çok et seven bir aile olmadığımızdan, o yıllardan sonra  genelde kurumlara veriyoruz kurbanımızı. Bu yıl sözlümün ailesi kendisi kestiği için yine o yıllara gittim bayramda. İlk gün kavurma yemeye davet ettiler sağolsunlar. Sonrasında ise bütün akrabaların elini öptüm sanırım. Hayatım boyunca hiçbir bayram bu kadar kalabalık görmemiştim. Böyle bir bayramdan sonra dinlenmek için de bir hafta tatil olmalı:)

Gurbetteyiz kimsemiz yok derken hem kardeşimin nişanlısının ailesi hem de benim sözlümün ailesi sayesinde kocaman bir ailemiz oldu. Kayınvalidem de sağolsun beni kendi çocuklarından ayrı tutmuyor. Bu sene bayramla doğumgünüm çakıştı. Bana süpriz doğumgünü bile hazırlamış. Sağolsun anneciğimin yokluğunu hiç hissettirmiyor. Rabbim mükafatını ahirette verir inşallah.

Sözlümle doğumgünlerimiz arasında 9 gün fark var. Dolayısıyla ayrı ayrı kutlamak yerine birlikte kutlamaya karar vermiştik nitekim öyle de yaptık. Ayın 14ünde çıktık dolaştık, hediyeleştik, sinemaya gittik. Ben resimlerimizi bastırmak istiyordum. O da taa eski günlerden söz resimlerimize kadar beğendiklerini bastırmış. Çok güzel bir hediye olmuş:) Sonra kayınvalidem doğumgünümden bir akşam önce çok yakın arkadaşlarım seni merak ediyorlar tanışmak istiyorlar diye yemeğe davet etmişti. Bir baktım pasta almışlar:) Sözlümün doğumgününde hiç böyle şeyler yapılmadığı için o da sitem etmeye başladı tabi ben artık üvey çocuğum diye. Yaklaşık bir haftadır aralıklarla doğumgünümü kutluyor olsak da dün çıkıp gezmemek olmazdı tabi. Sinemaya gittik çılgın hırsız 2 filmine. Sonra avm'de gezerken benim çoook uzun zamandır istediğim ama ev borcunun da çıkması nedeniyle bir türlü alamadığım tabletin indirimde olduğunu gördük. Yine bir şey diyemedim ama moralim bozuldu. Arkadaşlarım saçma sapan şeylere o kadar para harcıyorlar ben çok istediğim bir şeye bile gereksiz gözüyle bakar oldum artık. Tabi bu emeklerimin sonucunda bir evimiz olacak inşallah ama yine de boşa çalışıyorum gibi geliyor bazen. Maaşımı alır almaz oraya buraya deyip elimde para kalmayınca:) Velhasıl, sözlüm de moralimin bozulduğunu farkedince gidip aldı bana bininci doğumgünü hediyesi olarak. Hiç gerek yoktu aslında ama heves edince insanın aklında kalıyor işte. Canım sıkılınca hele ki para yüzünden canım sıkılınca da kıyamıyor. Kısmet doğumgünüme imiş.





İyi ki doğduk ve birbirimizi bulduk. Rabbim yokluğunu göstermesin.







Şimdi vakit toplanıp, tatilin rehavetinden sıyrılıp geri dönme vakti. Kısmetse yarın ikindi gibi yollardayım.Yolcu yolunda gerek.