31 Aralık 2013 Salı

Cıngıl Bells Cıngıl Bells...

Bugün öğleden sonra izinli olmalıydık bence. O kadar dağıttık ki ekip olarak:) Altı üstü birgün tatil var ama acayip tatil havasına girmiş durumdayız. Bütün sevdiklerim benden uzakta, yeni yıla böyle gireceğim. Yarın sabah kalkıp Eminönü'ne gitmek istiyorum. Etamin, ip, örnek kitabı falan bakacağım. Seccadelere karar verdim, sonra da mutfak takımımı da etaminden işlemeye karar verdim ama örnek bulamadım henüz.




Bu ikisi de siyah etamin üzerine olacak. Siyah üzerine işlemek çok zor diye duymuştum bir de tecrübe edeyim bakalım.


Puzzle tutkumdan bahsetmiştim, kafam dağılsın diye yapıyorum. En azından ilerideki çeyizime koyabileceğim bir şeyler yaparak kafamı dağıtayım:) Annemle dantelden bir mutfak takımına başlamıştık ama onun masa örtüsünü kim örecek? Annemin velilerinden birine vermeyi düşünüyorduk ama kaldı tabii ki. Onu bırakacağım, belki ilerde ev hanımı olursam devam eder bitiririm. İki de seccade işleyeyim diyorum birisi babaanneye birisi kayınvalideme. Ablaya yapılacak mı bilemiyorum yaa. İçinde olmayınca bu işler hakikaten çok karışıkmış:( Ama ufak ufak halletmeye çalışıyorum. Allah verir bir kolayını:)

Yeni yıla bu kafayla giriyorum. İki gündür nişanlık modeli beğenmeye çalışmaktan gözümü kapattığımda heryer gelinlik, dantel falan oluyor. Bu çerçevede yeni seneden tek beklentim; mutluluk. Umarım daha disiplinli bir insan olurum. Kendime verdiğim sözlere sadık olurum. Kapanma meselesini en kısa zamanda çözerim inşallah. Nişanım çok iyi geçer ve kardeşim kazasız belasız askere gider gelir:) Daha ne olsun ki, Rabbim helal yoldan elde edeceğimiz rızkımızı da verdikten bizi kimseye muhtaç etmedikten sonra sırtımız yere gelmez.

Akşam menüde Antep sofralarının krallarından söğürme olacak gibi görünüyor şu an:) Hindi kadar olmasa da bu da süper bir menü bence. Bir de kestane yapmak istiyorum bulabilirsem. İyi seneler banaa:)

30 Aralık 2013 Pazartesi

İlle de Çeyiz

Haftasonu İzmit'te, evdeydim. Nişan yerimiz ve tarihimiz kesinleşti. 9 Ağustos'ta olacak Allah izin verirse. Cumartesi günü de gidip yer ile anlaştık, kapora bırakıp resmen tutmuş olduk. Cumartesi akşamı kayınvalideme yemeğe gittik. O benden çok uğraşıyor nişan için. İstanbul iş, İzmit nişan demek benim için. Oraya gidince kimse işimle ilgilenmiyor. Varsa yoksa nişan için elbise beğenmeye çalışıyoruz, çeşitli çeyiz malzemelerine bakıyoruz. Kayınvalidem yaptıklarını gösteriyor. Ben nişan için hiçbir şey yapamıyorum:( Ben de isterdim çok güzel çeyiz yapmış olayım falan ama hiç boşluğum olmadı ki. Mezun oldum hemen çalışmaya başladım, ama böyle anlatılmıyor tabi. Okumuş kız çeyizi olmasa da olur demiyor kimse:( Ben kayınvalidemden umutluydum açıkçası, annem olmadığı için beni zora sokmaz ailelere bohça yapmasak da olur der falan diyordum ama daha babaanneye de bohça çıktı başıma. O da istiyor ki gelinimin arkasından konuşmasınlar. Başka bir niyeti yok biliyorum da ne yapacağım bilmiyorum. Annemin sandıklarını dağıttım dün. Ne var ne yok bir bakayım ona göre yol haritası belirleyeyim dedim. Birsürü dantel buldum, metrelerce. Ne olacak onlar o kadar bilemiyorum ki. Bilen birisinin bakması lazım. Anacım sağlığında hep anlatırdı ama aklımda kalmamış ki. Hatta nasılsa annem halledecek diye dikkatli bile dinlememişim. O kadar kızdım ki kendime. Keşke annemle halletseymişiz. Neyi bekledik bu kadar anlamadım. Her elime aldığım dantelde annemle konuştum, bu ne olacak anne bu kadar örmüşsünüz bunu böyle, bir de not yazsaymışsın falan diye... Çok üzüldüm, çok yalnız sahipsiz hissettim kendimi. Allah anneciğimi yanına erken aldı ama bana anne gibi bir kayınvalide verdi. Kendi kızından hiç ayırmıyor beni Allah razı olsun. Erkek değil de kızını evlendirir gibi çeyiz yapıyor. Ehh mecbur bu beceriksiz gelinine de bir el atacak o danteller neymiş bir bakalım hele:)

En azından seccadelerimi buldum, pikoya verilip bitirilmesi gereken. Onları vererek başlayabilirim sanırım. Bir de kayınvalideme ve sözlümün babaannesine de bohça hazırlayacağız, onların seccadelerini bari ben işleyeyim diye düşündüm. Şimdi model bakıyorum. Karar verince işlemeye başlayacağım. Bir de mutfak takımım eksik. Aslında dantelden başlamıştım ama onun masa örtüsü ne olacak ben yapamam ki. O yüzden ondan vazgeçtim bırakacağım. Mutfağı da etamin işi yapmak istiyorum. İşlemeyi çok seviyorum, kendi ellerimle beğendiğim ve kullanacağım bir şey yapmak istiyorum. Bir de model bulabilirsem içime sinen:)

Sözlüm bitanem de dün baktı benim işim bitmeyecek, kalkmış gelmiş beni almaya. Gel yukarda bekle dedim mecburen. O da geldi sandık ayıkladı benimle:) Beş dakika fazla görsek kardır. Sonra otobüs terminaline gittik. Önce ben gitmeyeceğim diye başladım. Sonra baktım olmayacak, sen de gelsene dedim. Hakikaten de geldi. 3 saat fazladan zamanımız oldu. Ama bu da sabah uykusu gibi bir şey. Hep beş dakika daha diyoruz ama hiç doymuyoruz ki:( Yordum çocuğu o saatte. Bir de geri döndü tabi saat 1de evdeydi. Allah razı olsun. 


23 Aralık 2013 Pazartesi

Bir haftasonunu daha devirdim gitti. Cumartesi günü benim "özledim"lerime dayanamayıp sözlüm geldi. Sinemaya gittik, oturduk, gezdik. Mecburen sürekli dışardayız. Evlenince hiç dışarı çıkmak istemeyeceğim diyorum artık. İnsanlar akın akın alışveriş merkezlerindeler. Sürekli bir şeyler alıyorlar. Çılgınlık... İhtiyaç olup olmaması değil de, vakit var para var yapacak bir şey yok hadi alışveriş yapalım. Şu güzelmiş, pahalıymış ama o kadar çalışıyorum boşa mı çalışıyorum deyip alıyorlar da alıyorlar. Bu davranış yüzünden o kadar çalışıyorlar. O çalışmanın stresini atmak karşılığında mutlu olmak için harcıyorlar. Çılgınca bir kısırdöngü. Bunun bir parçası olmayı kesinlikle istemiyorum. İstanbul giderek karışık bir yer oluyor, insanlar normal değiller. Yolda düşüp kalsanız kimse hakikaten dönüp bakmıyor. Birisi tekme tokat girişse yanınızdan görmezden gelen milyonlar geçebilir. Size çarpıyorlar ama ağaç ya da direğe çarpmaktan farksız onlar için. Birisine yol vermek falan gibi şeyler yaparsanız buralı olmadığınız hemen anlaşılır zaten...İnşallah çocuklarımı burada yetiştirmek zorunda kalmam. Güvenip dışarı oynamaya bile yollanmaz ki:(

Efkar, özlem.. Sabahları uyanmak bile istemiyorum. Düşünmemek için dün tüm gün dizi izledim. Düşünmek bana üzüntüden başka bir şey getirmiyor. Sevdiğim insanların hepsinden uzağım. Bazı sevdiklerim de artık eskisi gibi değil bana üzüntüden başka bir şey vermiyorlar. Sözlüm geliyor ama o gün nasıl geçti anlamadan bitiyor ve geri gidiyor. Yine aynı yerdeyiz yine özlüyoruz. Sabah 5te binip geldi Bolu'dan. Sırf bir saat daha fazla görüşelim diye. Ama bir saat de yetmiyor. Ben zaten ayrılma zamanına yaklaştıkça başlıyorum, yine gideceksin yine özleyeceğiz demeye:( Daha kapıda ayrılırken o gün hiç yaşanmamış gibi özlüyorum. Yapacak bir şey yok:(

Sürekli çözüm arıyorum. Ağaç değiliz ki sonuçta, olduğumuz yeri sevmiyorsak değiştirebiliriz değil mi? Ama öyle olmuyor işte. Bugün değil de gelecek düşüncesi var ya sürekli. Oysa ki bugünü kurtarıyor mu kurtarıyor, yarını bırak yarına çıkarsan o zaman düşün değil mi... Söz, bir sene sonra nişan, bir sene sonra düğün. Neden? Çünkü okuyor bekleyeceğiz. Okusun, ben çalışıyorum. Kuru ekmek yeriz ama akşam eve koşarak gideriz. Bu kadar acıya ne gerek var. Ama olmaz tabi. Ben burdan kalkıp Bolu'ya gitsem bir iş kursam ya da bir işe girsem biz evlensek olmaz tabi. Çılgınlık olur çünkü. Normali böyle bekleyip acı çekmek. Biz de süper normal olduğumuza göre neyimize çılgınlıklar yapmak.Pff.

Neyse yine bir yere varmayan düşünceler. Yine aynı masada oturuyorum. Çaresizce çıkar yolu çözüm arıyorum. Bu içten gelen bir şey sanırım. Yani içten mutlu değilsen başkasına hediye gibi gelecek bir hayat bile bir anlam ifade etmiyor. Allah herkese kolaylık versin. Herkesin derdi bambaşka.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Araştırma Geliştirme

Sadece başörtüsüyle olmuyor tabi. Kılık kıyafte de dikkat etmek gerekiyor. Şu an zaten pantolon tunik giyiniyorum, kısa kollu ya da yakası açık vs giymiyorum ama yine de tuniklerim kısa bana göre. Hele bugün izlediğim ve dinlediğim vidyolardan sonra. Bir şey yapıyorsan doğru yapmakta fayda var. Yoksa tesettür sadece başını örtmekten ibaret değil. Tüm vücudu yabancı bakışlardan koruyacak şekilde giyinmek gerekiyor. Mümkün olduğunca geniş, dikkat çekmeyen... En güzeli pardesü giymek ama bir anda çevrem bu değişimi kaldıramayabilir, ya da benim cesaretim yok da bahane üretiyor da olabilirim tabi:( Ufaktan daha uzun daha bol tunikler bakmaya da başlayacağım. Sonra eteğe geçmeyi düşünüyorum, insanlar göre göre alışacaklar biliyorum. Çalıştığım yerde ekip arkadaşlarım da öyle çok tepki verecek dışlayacaklar insanlar değiller çok şükür. Bir de onu düşünmüyorum. İşimi kaybetmek bahasına bunu göze alabilir miydim bilemiyorum. Sanırım alamazdım, Rabbim kaldıramayacağım için beni böyle bir şeyle sınamıyor sanırım.

Neyse. Emine Şenlikoğlu'nu bilen bilir. Ama hangi yönüyle? Ben de biliyordum ama yazar olarak sadece. Oysa ki helal olsun, tesettürün de her ortamda savunucusu olmuş. Dobralığı taktire şayan. 32. günde Mehmed Ali Birand'la konuşması çok seviyeli ve çok haklı idi. Lafını esirgememiş ama karşısındakini de rencide etmemiş.



Yalnız Esra Elönü diye bir bayanın programında, kadının yüzüne "dandik tesettürlü" dedi. Haha gülmeden edemedim, üzgünüm:)


Okuyorum, dinliyorum, araştırıyorum. Biliyorum mükemmel iyinin düşmanıdır, ama yarım yamalak da olmasın istiyorum. Way to go!

17 Aralık 2013 Salı

İlk Eşarplarım

Haftasonu o gazla internetten 3 tane eşarp beğenip sipariş etmiştim. Bugün elime ulaştılar. Alırken hem sade hem de içinde birkaç renk bulundurmasından dolayı birkaç renk içeren modeller tercih etmiştim.





Ama elime geçince gördüm ki, malesef şu an bunları hiçbir kıyafetimle takamam sanırım:) Aferin banaa:) Çöpe gidecek değiller sonuçta ama yine de, şu anlık ihtiyacıma bir faydası olmaması kötü oldu tabi. Hâlâ elde var bir şal:(


16 Aralık 2013 Pazartesi

Hadi İnşallah!

Haftasonu çalışmam gerekiyordu ya, çalışmak dışında her şeyi yaptım sanırım. Cuma akşamı arkadaşlarla sinemaya gittik. Cumartesi günü evdeydim ama tüm gün Supernatural izledim. Pazar günü de kar yağışına karşı bot almam gerekiyordu. Daha sonra ise çok garip bir şey oldu.

Şöyle ki, bilmeyenler için, izlediğim dizide iki kardeş şeytana karşı savaşıyorlar. Bir tanesinin Allah inancı falan yok ama şeytanı hayaletler vampirler gibi savaşılması gereken bir varlık olarak görüyor sadece. Bir gün kardeşi ölüyor ve şeytanla anlaşma yapıyor. Kardeşi yaşama dönüyor ancak o 1 yıl sonra ölüp cehenneme gidecek. Nitekim gidiyor da. Ama bazı görevler için, dünyayı kıyametten kurtarmak için, bir melek tarafından cehennemden çıkartılıyor. Buraya kadar olan kısımlar benim için kurgudan ileri gitmiyor. İslam inancı taşıyan insanlar olarak bu senaryonun tamamı tartışılabilir benim gözümde. Ancak haftasonu izlediğim bölümde kardeşine cehennemde yaşadıklarını anlattı. Bizim inancımıza o kadar yakındı ki anlattıkları. Gözyaşları içerisindeydi.  "Sizin burada geçirdiğiniz 4 ay cehennemde 40 yıla denk geliyor. Bitmeyen bir acı. Oyuyorlar, parçalıyorlar, haşlıyorlar. Senden hiçbir şey kalmayana kadar parçalıyorlar ve yeniden bütün oluyorsun; her şey yeniden başlıyor."

Kendimi bildim bileli ahiret inancım var çok şükür. Hiçbir şey bilmeyen bir aileden gelmiyorum. Ama zamanla normalleşmiş bir ailem vardı. Annem ve babam gençliklerinde namaz kılmış insanlar. Ancak daha sonra hayat şartları mı demeli, boşvermişlik mi... Bırakmıştılar. Ben büyürken her zaman bize dini inanç aşıladılar ama aşırı olmayacak şekilde. Mesela ben namaz kılmaya gizli gizli başladım. Ortaokuldaydım. Neden gizli gizli kılıyordum? Çünkü şaşırabilirlerdi, dalga geçebilirlerdi. Nitekim kapıyı kapatıp odaya kardeşimi almayıp ne yaptığımı çok merak etmiş olacaklar ki, bir akşam babam gülerek sordu. Ne yapıyordun kızım diye. Ben de namaz kılıyordum baba dedim. O kadar şaşırdı ki. Nasıl namaz kılıyordun yani?!! dedi. Herkes nasıl kılıyorsa öyle dedim. Yani beni camiye gönderen Kur'an öğreneyim sureleri ezberleyeyim isteyen bir ailem vardı ama namaz kıldığımı söyleyince alaycı bir şekilde gülerek nasıl namaz kılıyorsun yani de diyebiliyorlardı. Babamın beni küçük gördüğünü, özenti olarak düşündüğünü sanmıyorum. Daha ziyade o yaşta nerden esinlendiğime şaşırmış olmalı. Daha sonra kendisi de namaz kılmaya başlamıştı hatta. Ama bu davranışı bana o zaman itici gelmişti ve üzmüştü. Orada böyle davranmak yerine, aferin kızım nerden aklına geldi maşallah vs gibi bir tepki verseydi çok teşvik edici olurdu.

Daha sonra lise sonra kapanmak istediğimi söyledim. Annem ve babamı karşıma aldım size bir şey söylemek istiyorum diye. O yaşta bir çocuk, sorunsuz bir öğrenci, e evlenemeyeceğine göre ne olabilir ki? Onlar da merakla beklediler ve “ben kapanmak istiyorum” dediğimde önce oldukça şaşırdılar. Sonra babam, çok istiyorsan sana kıyafetler eşarplar alayım evde öyle gez hevesini al dedi:) Heves olarak görüyorlardı normal olarak. Oysa en yakın arkadaşlarım da açıklardı o sırada. Kime özeneceğim Allah aşkına. Annem daha da sert çıkmıştı rahmetli. Seni arkadaşlarıma ne diye tanıştıracağım demişti bana. Benden utanacaktı yani. Bu kavga uzun bir zaman devam etti. Ben ağladım falan ama pek kâr etmedi. Bu sırada benim bu savaşımı gören yakın arkadaşlarım kapandılar. Kaç yıl geçti üzerinden. Bana nasip olmadı ama onlar kaç yıldır kapalılar… Liseyi bitirdiğim yaz Kur’an kursuna gittik aynı arkadaşlarımla. Evden çarşıya gidiyordum, ve kapalı gidip geliyordum. Sırf annemlerin gözü alışsın diye. Bir sabah babamla çarşıda karşılaştık ve babam beni tanımadı:) Normaldir, eşarp oldukça değiştiriyor beni. Ama onlar kabul de edememişlerdi tabi.

Velhasıl bu sevda orada bitti. Ben de peşini bıraktım. İnsanlar neler yapıyorlar, ne isyankar davranışlar. Ama ben aileme karşı gelip dinimin emrini bile yerine getiremedim maalesef. Sonra ben de biraz uzaklaştım sanırım. Geçenlerde yazmıştım, yemek yiyorum ama yediğimin tadına varmıyorum. Aynı şekilde namaz kılıyorum ama görev olarak görüyorum. Durup düşünmeye, fark etmeye vakit yok. Ama haftasonu izlediğimden o kadar etkilendim ki. Kafaya koydum bu sefer kapanacağım inşallah. Neyi bekliyorum, vahiy mi gelecek (haşa). Ne yani. Yarın ölsem bunun hesabını verecek olan benim. Kalbim temiz mi diyeceğim? :)

Dün internetten 3 tane eşarp beğendim. Biraz yaz renkleri oldu sanırım. Ama koyu renkli şallar da bulurum. Yeter ki isteyeyim yaa olmayacak bir şey yok. Öğlen arası da çıkıp bone almayı düşünüyorum. Bu hafta olmaz belki ama sözlümle bundan sonraki buluşmamıza kapalı gitmek istiyorum kısmetse. Cesaret edebilirim inşallah. Rabbim kolaylık versin. Bugün yarın derken 25 yaşına geldim. İş yerinde de sorun olacağını sanmıyorum, Rabbim kolaylığını verir inşallah.

Hakkımda hayırlısı olsun:) Bu sefer umutluyum, cidden:)

12 Aralık 2013 Perşembe

Büyümese Miydik Ki?

Biraz önce kitap okurken bir cümleyle karşılaştım. Diyor ki: "Yemek yemek dikkat ister. Yemeğin tadına varmak ayrı, keyfine varmak ayrı özen gerektirir." Farkettim ki ben çoğu zaman aklımda başka düşünceler olduğu için sadece yiyecekleri ağzıma atıyorum. Ne yedim, ne kadar yedim, tadı nasıldı anlamadan tabağım bitince görev tamamlandı diyor ve kalkıyorum! Bu da kafamın çok dolu olmasından kaynaklanıyor tabii ki. Oysa ki hatırlıyorum da; çocukken annemin yaptığı yemeklerin tadı ve kokusu hala aklımda. Ama öğlen ne yediğimi hatırlamam için durup bir düşünmem gerekiyor. Çoğu zaman da aklımı meşgul eden şeyler işyerindeki sıkıntılar malesef.

Mesela yarın sabah toplantımız var, haftalık hesaba çekilme de diyebiliriz. Ne diyeceğiz ne hesap vereceğiz diye bugün iş yapamadık desem yeri. Ahirette nasıl hesap vereceğim diye bu kadar düşünsem ermiştim şimdiye kadar. Allah affetsin, dünya işlerine ne kadar dalar ahireti unutursak rabbim de bizi o kadar meşgul ediyor işte. Sorumluluklar arttırkça hayat da zorlaşıyor. Mesainin son yarım saatinde arkadaşlarla düşüncelerimiz şu yöndeydi:
 -İntihar mı etsem de gelmesem yarın?
-Uyuya mı kalsam ya?
-Hasta olup yataklara mı düşsem, rapor alır gelmem?
-Ben yarın izin alacağım yaa bu ne böyle sinir stres gerilim.
Ben de hepsinden ortaya karışık bir bahane uydurmayı düşünüyorum. Şu yaşadıklarımızı müdürümüz öngörse bizi yine de bırakır gider miydi acaba? Giderdi tabi, onun da sebepleri vardır.

Neyse, ne diyordum.Biz büyüdük ve kirlendi dünya!

Çok Şey Mi İstiyorum?

Dün akşam gerçekten de kar yağışı nedeniyle bizi 1 saat erken bıraktılar. Önceki senelerde genelde erken bırakıldığımızda servisimiz bir yerlerde mahsur kalıyordu ve biz bir türlü eve saat 9'dan önce varamıyorduk. Ama bu sene maşallah servisimize, tam saatinde geldi aldı bizi. Eve 1.5 saat erken gitmiş oldum. Ama iş stresi de nereye gitsem benimle geldiği için çok da rahatlatıcı olmadı:(

Müdürsüz geçirdiğimiz haftalar çok stres ve baskı altındayız. Ekipçe, kendimizi savunmayı bilmiyormuşuz onu farkettik. Kim ne derse top bizde kalıyor, biz topu bir türlü karşı tarafa geri atamıyoruz. Tüm grubu ilgilendiren bir projede nedense asıl işi yapması gereken arkadaşların işlerini geciktirmeleri sorun değil, ama onların gecikmesi yüzünden bizim de revizyon tarihlerini mecburen ileri atıyor oluşumuz kriz! Bir de anlattığım gıcık pazarlama müdürüyle toplantıya girdiğim proje ile ilgili malesef bir ilerleme kaydedemiyorum. Ben de bıktım, elimden çıksa da kurtulsam diye dualar ediyorum ama tek başıma çırpınınca bu kadar oluyor. Çok bunalıyorum, sıkılıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu şekilde olunca ister istemez sabahları kalkıp buraya gelmek bana zulüm gibi geliyor. Motivasyon sıfır:(

Şu anda iş yaşamım böyle malesef. Bilmiyorum yaa, çalışmak böyle olmak zorunda mı, ben mi çok umursuyorum kafama takıyorum. Bazı çalışanlara gıpta ediyorum; o kadar umursamazlar ki. Nasılsa o cevap verir, öbürü sorar, birisi öğrenir ben de ondan öğrenirim falan diye geçiyor hayatları. İnşallah güzel bir işim olur ilerde. Severek yapacağım bir iş istiyorum, beni başkasına muhtaç etmeyecek kadar maaşım olsun yeter:( Çok şey mi istiyorum:(

11 Aralık 2013 Çarşamba

Dün gece yatarken yazdığım gönderide tahmin ettiğim oldu ve bembeyaz bir sabaha uyandık. Ancak İstanbul'da olduğumuzu unutup yanlışlıkla sevinmeye falan kalkmadım tabii ki. Ben her zamanki gibi saatinde durağımdaydım ama servisimiz trafikte ve hatta yolda kalmıştı ve gelemiyordu. Geç de olsa geldiğinde de trafik nedeniyle şirkete varışımız çok geç oldu. Ben niyetli olduğum için beni pek etkilemedi ama arkadaşlar kahvaltılarını yerlerinde yapmak zorunda kaldılar. Ama bunlar ölümcül şeyler değil tabii ki, rutinin bozulması dışında beklediğimden daha hasarsız bir sabah oldu.

Bu yaşıma kadar her sene bir kez de olsa iyi bir kar yağışı görmüşümdür. Hayatımda ilk kez, kar yağarken şimşek çaktığını ve gök gürlediğini gördüm. Bu birkaç kez oldu hem de. Çok şaşırdığımı söylemem gerek. Akşam işten çıkışımızın erkene alınmasını bekliyoruz. En azından iki senedir öyle oluyordu:) Beklentiler yüksek:)

Ama ben kar kış kıyamet demedim, öğlen arası çıkıp bankaya gittim ve sözlüm için de bireysel emeklilik başlattım. İlerde keşke birlikte başlasaydık demek yerine aksiyon almak lazım. O okuyor olabilir ama bu emekliliğe yatırım yapamaz anlamına gelmiyor:)

Rahmetli anneciğim böyle kar yağdığı günlerde okullar tatil olduğunda ya da haftasonu olduğunda bize mısır patlatırdı. En sevdiğimiz kar aktivitesi patlamış mısır yemekti. Canım annem, ben de kendi çocuklarım olduğunda yapacağım kısmetse. Kar tanelerinin düşüşünü izlemek de sinema filmi izlemek kadar heyecan vericiydi bence.

Hep geleceğe dönük hayaller aklımda. Güzel günler bizi bekler:)


Karlaaar Duseer...

İstanbula mevsimin ilk kari dusmus bulunuyor.Kalici olur mu bilemiyorum, simdilik arabalarin ustleri kar tutmus durumda. Bembeyaz bir sabaha uyanabilirim:)

Rabbim evi barki olmayanlarin yardimcisi olsun. Bizim icin eglence olan kar onlara olum oluyor...

9 Aralık 2013 Pazartesi

Mutluluğa Bir Adım Daha

En sonunda nişan tarihimizi kararlaştırabildik:) Eğer bulacağımız yer de boş olursa 2 Ağustos, değilse 9 Ağustos'ta olacak. Cumartesi günü sözlüm ve kayınvalidem burdaydılar. Kayınvalidem bana pike takımı yapacak kendi elleriyle. Onun için kumaş almaya Eminönü'ne gittik. Allah razı olsun gelirken süper mamalar getirmiş. Oradan yemek yemek için Çengelköy'de hep gittiğimiz boğaz manzaralı bir restauranta götürdük. O manzaraya rağmen trafikten o kadar gözü korkmuş ki, sürekli; "burada yaşanmaz siz kaçın gelin." dedi. Daha sonra evime davet ettim. Sözlüm de en sonunda yanında annesi olduğu için eve girebilme vizesini almış oldu:) Aynı evde olmak ilginç ve dikkat dağıtıcı oluyor cidden.

Hazır üçümüz bir araya gelmişken nişan tarihini de nasıl yapalım diye bir beyin fırtınası yaptık. Benim kardeşimin askerlik durumu, onun ablasının okulunun başlaması derken en uygun tarih olarak Ramazan Bayramı'ndan sonraki haftayı kararlaştırdık. Ardından ben dün İzmit'e gittim ki bir an önce yerleri gezip tarih alalım, rezervasyonumuzu yaptıralım. Geç bile kalmışız diyebilirim. İzmit'te pek yer beğenemedim ama Gölcük'te iki yer var beğendiğim. Fiyat vermelerini bekliyoruz. Birisi altı bin civarı bir fiyat verdi dün akşam. Diğerini merakla bekliyorum. Birkaç tane de beş yıldızlı otel gezdik. Bir tanesi açıkça, o haftaların çok değerli olduğunu ve iki yüz kişilik nişanla harcamak yerine altı yüz kişilik düğünlere vermeyi tercih edeceğini söyledi. En azından dürüsttü:) Bir diğer çok meşhur restaurantta ise adama kafa atmamak için kendimi zor tuttum. Bize daha mekanı göstermeden biz beğendik demeden geçti bilgisayarın başına, yemekli diyorum şöyle böyle diyorum falan liste hazırlamaya başladı. Ben yemek istemiyorum deyince öyle bir bakışı vardı ki, fakirler burda ne işiniz var der gibi. Ardından da bu ifadesini destekleyen şu cümleyi telaffuz etti: "o zaman fotoğraf da istemezsiniz, o da iki bin civarında bir fiyat tutuyor". Ben ilk önce bir afalladım, sonra "biz ücretinden dolayı değil yemekli olmasını istemediğimiz için yemeği çıkarmak istedik. Fotoğraf ve kamera tabii ki olacak" dedim ama sözlüm tutmasa kalkıp dalacaktım adama. Ordan sonra söylediği hiçbir şey hakkında en ufak bir fikrim yok. Adamların salonu dolduramama gibi bir sıkıntısı olmadığı için müşteriye böyle davranmaları normak tabii ki. Neredeyse biz onlara yalvaracağız ne olur salonu bize verin diye. Elime tutuşturduğu menüye bakmadan yırttım attım. Mekanın üstüne de bir çizik attım benim için bitmiştir.

Beğendiğimiz yerlerin birisi tepelerde kalıyor. Körfez manzarası harika. Sözlümün ailesi oranın müdavimlerinden diyebilirim, ablasının kınası orada olmuş, kardeşinin sünneti. Yani test edilmiş ve onaylanmış bir mekan. Orası olabilir diye aklımda. Ancak bir de sahilde bir yer bulduk. Henüz yeni yapılıyor ama yaza kadar bitmiş olacakmış. Orası organizasyon olarak daha profesyonel geldi bana. O da bir fiyat versin de kararı ona göre vereceğiz. Ama orasını daha çok sevdim sanırım. Daha artistik olacak gibi geliyor bana. Bir kere nişanlanıyoruz, düğünde böyle bir fırsatımız olup olamayacağını da bilemiyorum. Babam için de fiyat uygun olursa orada yapmak istiyorum. Ha nişan böyle olursa düğünde ne yapmak gerekir onu hiç bilmiyorum ama:) Ona zamanı gelince bakarız artık.

Ben aslında hiç böyle salonda nişan yapacağımı falan düşünmemiştim ama hayat insana neler yaptırıyor. Eğer sözlümün okulu bitmiş olsaydı ve hemen evlenebilme fırsatımız olsaydı sözle nişanı birlikte evde yapardım. Ardından da hemen düğün... Ama böyle arada çok zaman olunca mecburen her şeyi zamana yayarak yapmamız gerekiyor. Belki böylesi daha iyidir tabii ki. Ben şimdi gençlik heyecanıyla umursamıyorum sevdiğime kavuşayım yeter diye atlıyorum ama bundan yirmi sene sonra keşke yapsaydım demeyeceğime de garanti veremiyorum. O yüzden hiçbir şey eksik kalmamış olacak kısmetse. Mekanı bir ayarlarsak sırada kıyafete karar verip bir dikimeviyle gidip anlaşmakta. Sonrası halledilir bir şekilde. Davetiyeler, bohça hazırlamak için yapacağımız alışverişler... Aslında çalışmıyor olsam bunlar çok güzel şeyler ve çok özenilerek yapılacak şeyler. Ama bu kadar zaman alan ve özverili çalışma isteyen bir iş yapınca sadece haftasonları bakabiliyorum ve sürekli bir koşturma içinde geçiyor zaman. Sözümde de böyle olmuştu. Bir de ben burda hiçbir yer bilmiyorum, o yüzden elbise dikimi de İzmit'te olacak. Artık bir ayağım hep İzmit'te olacak sanırım...

Rabbim yüzümüzü kara çıkarmasın, hayırlısıyla bunun da altından kalkarız inşallah.


1 Aralık 2013 Pazar

İstanbul Efendisi


Osmanlı döneminde Lale Devri'nden sonraki zamanları hicveden müzikli bir oyundu. Ben Ümraniye Şehir Tiyatroları'nda izledim. Salonu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Bir de en arkada oturduk, önümüze oturan izleyicilerin kurbanı olduk.

Oyunda İstanbul Efendisi diye bahsedilen makamlı bir şahıs, kızını evlendirmek istiyor. Ancak damat adayını seçmek için ilginç bir yola başvuruyor; cinleri perileri ebcet hesabını kullanıyor. Ama hatun kısmı şeytana pabucunu ters giydirir diye boşuna dememişler. Kız da sevdiği adamın babasının istediği kılıfa uydurup yine sevdiğine varıyor:)



Oyunun birçok yerinde "sapıttılar bunlar" diye tabir edeceğim sahneler oldu. Televizyonda ya da sinemada izlerken bile sıkıntı veren bu durum bir de kanlı canlı birkaç metre ileride olunca ne yalan söyleyeyim oyundan çıkmak istedim. Onun dışında eğlenceliydi ama bu yollara hiç başvurulmasa keşke. Yapılan sanatı satmak için bu tarz şeylere bence hiç gerek yok. Kaldı ki salonda birçok küçük arkadaşımız da var. Aileler çocuklarımızın ayağı alışsın, kültürel olarak gelişsinler diye niyet ediyorlar. Ancak güzel bir niyet bu şekilde tesir edecekse, gelmeseler haklarında daha hayırlı olurdu bence.

Bunun dışında performanslar gerçekten güzeldi. Oyuncuların da eğlendiğini görüyorsunuz, karakteri yaşıyorlar bir nevi.Oyuna kendilerinden çok şey katıyorlar ister istemez.


Küçük Arı

"Barış, insanların birbirlerine gerçek adlarını söyleyebildikleri bir zamandır."

Bu kitabı uzun zamandır okumak istiyordum. Sonunda elime geçti ve 2013 bitmeden böyle güzel bir kitabı daha bitirmiş oldum.

Kitabın konusu kısaca şöyle; Nijerya'da dünyadan haberleri olmayan iki kız kardeş, petrol savaşlarının ortasında kalırlar. Olanları gören şahitlerden kurtulmaya çalışan haydutlar peşlerindeyken, o sırada İngiltere'den tatil için gelen gazeteci bir çiftle ormanda yolları kesişir. Kızların hayatlarına karşılık bu çiftten bir fedakarlık istenir. Bayan gözünü bile kırpmayacak kadar cesurdur, ancak eşi malesef bu cesareti gösteremez. Sonuçta haydutlar iki kızı da alıp giderler. Yıllar sonra kadın çok zor bir dönemden geçerken, öldüğünü sandığı bu kızı karşısında canlı kanlı bir şekilde dikilirken bulur. Hayatına değer katabilmek için bu buluşmayı bir fırsat olarak görecektir.

Konuyu bu şekilde anlatınca çok aksiyonlu, heyecanlı bir kurgu var gibi görünse de; kitabın gerçek hayattan alındığı hissini verecek kadar normal olaylar yaşanıyor ve mucizeler olmuyor. Tam kız yakalanacakken bir mucize olup ortadan kaybolmuyor ya da askerlerin dikkati dağılıp aradan sıvışmıyor. Yakalanıp ülkesine, yani ölüme gönderiliyor.

Nijerya'da petrol için  böyle kan döküldüğü çok aşikar edilmiş bir konuydu da ben mi kaçırdım acaba? Hiç böyle bir durumdan haberimiz olmadı sanki. Sadece kan dökülmesi değil insanın beyninde şimşekler çaktıran. Her savaşta işlenen insanlık suçları malesef kan dökmekten önce geliyor. Orada olsanız aklınızı yitireceğiniz şeyler yaşayan insanlar bir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmek için unutmaya çalışıyorlar. Rabbim hiçbir ülkeye böyle günler göstermesin. Amin.