25 Ekim 2013 Cuma

Bir Devir Kapandı

2011 yılı Haziran ayında üniversiteden mezun oldum. İstanbul'dan o kadar nefret etmiştim ki en hızlı şekilde pılımı pırtımı toplayıp ailemin yanına Kocaeli'ne "temelli" dönüş yaptım. Mezun olduğum bölüm ile ilgili oralarda iş bulma ihtimalim çok düşük de olsa kararlıydım. Gerekirse öğretmen olmak için savaş verecektim ama öğrenciliğimde kabuslar yaşadığım bu ile geri dönmeyecektim. Kariyer.net'e CV'mi bırakmıştım ama henüz iş bile bakmıyordum, neyin rahatlığıysa.

Birgün rahmetli anneciğimle temizlik yaparken telefonum çaldı, ellerim ıslak ıslak açtığımda şu an çalıştığım şirketten iş görüşmesine çağırıyorlardı. Hem de ertesi gün için! Birincisi o akşam gitsem nerede kalacağım gitmesem sabah nasıl yetişeceğim? İkincisi ise henüz iş görüşmelerine gitmeyi planlamadığım için kot ve günlük bluzlardan başka kıyafetim yok ne giyeceğim? Bir yandan da ben ne zaman başvurdum buraya yaa diye düşünüyordum. Sonra pat diye; "yarın sabah değil de öğleden sonra bari olamaz mı ben başka bir ildeyim şu an" dediğimi hatırlıyorum. Karşımdaki ses ufak bir duraklamadan sonra "grup müdürümüz öğleden sonra Ankara'da olacak ama ben bir sorayım isterseniz" dedi. Vays, bendeki artistliğe bak hele. Koskoca grup müdürünü mü erteleyeceğim. Tamam deyiverdim. Koşarak anneme haber verdim ve kalacak yer de bulup İstanbul yollarına düştüm. Varmam zaten akşamı bulmuştu, Giyecek kıyafet seçip aldığımda alışveriş merkezinin kapanış anonsları yapılıyordu:)

Tabii ki bütün gece heyecandan uyuyamadım. Sabaha kadar dönüp durdum. Şirketin kapısına kadar en yakın arkadaşım benimle geldi sağolsun, olmasa heyecandan bayılırdım herhalde. Erken girmeyeyim, geç de kalmayayım diyerek on dakika kadar etrafta dolanmışımdır. İçeri girdiğimde ise yanlış binada olduğumu ve on beş dakika yürüme mesafesindeki diğer binaya gitmem gerektiğini öğrendim. Aslında bir bakıma hakkımda hayırlısı buymuş diye düşünüyorum. Koştur koştur diğer binaya gittim. Geç kalmıştım tabii ki ve benden sonra randevu verdikleri arkadaşı içeri almışlardı. Ben asistan bayanın odasında beklemeye alındım. Sağolsun o kadar alakasız konular ile ilgili sohbetler açtı ki heyecanım uçup gitti. Görüşmeye girdiğimde odada 1 bayan 4 erkek 5 kişi karşımda oturuyordu. Grup müdürümüz olduğunu o zamanlar bilmediğim birisi bana ortalamamı sordu. Bence gayet iyi olsa da, "aaa biz 4 ortalama bekliyorduk neden böyle düşük oldu?" dedi. Böyle bir soru beklemediğimden "Gençlik!" deyiverdim:) Yine sonradan müdürüm olacağını bilmediğim birisinin güldüğünü hatırlıyorum. Çeşitli sorular sorup azad ettiler beni. Bence olmayacak ama tecrübe oldu en azından dedim. Derken bir hafta sonra İK görüşmesine ve sınava çağırdılar. Sınavda da çakıldım kesin derken bir yandan da mail gelir ararlar diye telefonuma ve bilgisayara mümkün olduğunca yaklaşmamaya çalışıyordum. Sonra yaklaşık bir hafta sonra korkunun ecele faydası yok dedim ve maillerimi açtığımda karşımda işe başlamam için verdikleri teklif duruyordu. Mezun olduktan 2 ay sonra 5 Eylül'de baştan hiç istemediğim ama aslında yan cebime koy da dediğim işe başlamıştım.

Müdürümüz çok ilginç birisiydi. Çoook çalışkan, zeki ve üretkendi orası kesin. Ama çalışanları ile arasına oldukça mesafe koymuştu gördüğüm kadarıyla. Hatta bir arkadaşın günaydın deyip cevap alamadığını bile görmüştüm! Bu nedenle gözümde despot bir imaj da çizmişti. Beni ve aynı gün başlayan iş arkadaşımı çok sıkıyordu. Sürekli zorlu işler veriyor, gece gündüz çalıştırıyor ve çok sıkı takip ediyordu. İlk yıl oldukça stresli, uykusuz, gerilimli ve bunalımlı geçti. Şimdi baktığımda aslında öyle çok da zor işler vermediğini görüyorum ama o zaman hiçbir şey bilmediğimizden en ufak bir bilgiye ulaşmak için on kişiiye soru sorup yüz takla atıyorduk. Şimdi bir günde yapılacak işi o zaman bir hafta hatta daha fazla gece gündüz uğraşmama rağmen çıkaramıyordum.... Old, beautiful, çömez days:)

Son bir yıldır çok daha ılımlı, en azından bir sorunumuz olduğunda karşısına geçip konuşabileceğimiz birisi haline geldi. Çalışanlarını ne kendi üstlerine ne de diğer birimlere asla ezdirmedi hakkımızı savundu, bizden daha çok taşın altına elini koydu her zaman. Anladım ki ağaç yaşken eğilir felsefesi ile ya da yeni alınan arabaların motorları açılsın diye hız limitlerinin zorlanması misali motorumuzu açmak içinmiş o hareketler:) Sonradan baktığımda kendi eliyle yetiştirdiği biz çalışanlarının, dışarıdan aldığı çalışanlardan her zaman daha fazla çalışan ve sorumluluk alan kişiler olduğunu gördüm. Müdürümüz kadar olamasak da onun yolunda kopyacıkları olmuşuz farketmeden:) Eğilme dönemi gerçekten çok zorlu geçse de ortaya çıkan sonuç nedeniyle kendisine her zaman minnettar olacağım.

-miş'li geçmiş zamanda yazmamın sebeb-i âlâsı; müdürümüzün işten ayrılıyor olması. Bütün grupta bomba etkisi yaratan bir haberdi bizim için. Bugün son günüydü, öğle tatilinde gidip hatıra olsun diye ekipçe bir saat aldık. Sonra baktık ki öğleden sonraya toplantı atmış. Hayırdır dedik ama iyi de oldu. Hediyesini vermek için zaten biz talep edecektik. Odaya girip size hediyemiz var dediğimizde, ben de size almıştım deyiverdi.

İşten ayrılırken ekip arkadaşlarına hediye alan başka herhangi bir müdür ya da çalışan var mıdır bilemiyorum ama bu hareketiyle gider ayak gönüllerimizde bir kez daha taht kurdu. İnşallah gittiği yerde de çok başarılı ve mutlu olur. Müdür ile lider arasındaki farkı bu kadar net ve yaşayarak anlattığı için, eşsiz zekasından pırıltılara şahit olmamıza fırsat verdiği için, kattığı tecrübe ve iş disiplini için, en önemlisi de anneciğim bu dünyadan ayrılmadan kızının işe girdiğini görmesini sağladığı için çok teşekkürler. Ama her şeyde bir hayır vardır; sonuçta işten ayrılmasaydı böyle de güzel bir fincanım olamayacaktı haha:))

Bu Puzzle'ı Bitiren Kız Kör Oldu

Dün gece saat 4'te yattım, sabah 6'da kalkacağımı bile bile. Sebeb-i âlâsı canımın sıkkın olması, kafama bazı şeyler takılmış olması gibi konulardı. Ama sonucu güzel oldu. Vesile ile bir puzzle'ın daha sonuna gelmiş oldum. Değdi mi, bence değdi.



Bu puzzle'ı A101'den almıştım. Son birkaç aydır biraz hızlı tükettiğimden hepsine 30ar TL veremeyeceğim. 2x1000 puzzle 14TL idi yanlış hatırlamıyorsam. Tablo bittiğinde çok hoşuma gitti. İçerisinde oldukça soft renkler vardı içim açıldı yaparken:) Fırsatım olduğunda çerçeveletip evimin başköşesine asacağım kısmetse.




Puzzle yapmaya 4 yıl önce 500 parça ile başlamıştım diye hatırlıyorum. O zaman kardeşimle birlikte yapmıştık. Ben evden uzakta okuduğum için birlikte bu kadar zaman geçirmek çok hoşuma gitmişti. Zaten bence bu hobi tek başına yapmaktan ziyade sevdiklerinizle yanyana oturarak, bazen ufaktan yarışarak ama hep gülüp eğlenerek tamamlanacak bir faaliyet. Ev arkadaşım da heves edip aldığında hepimiz bu mantıkla hareket edip saldırmıştık(4 kişiydik evde o zaman). Oysa ki o tek başına tamamlamak istiyormuş, herkes için aynı şeyi ifade etmeyebiliyor demek ki. Gerçi sonuçta karışık bulup yapmamıştı ve ben tamamlamıştım. Ne de olsa "zoru zaten başarırım, imkansız biraz zaman alır".

Sonraları üniversitede öğrenciyken bu kadar çok sevdiğim bir uğraş paraya dökülebilir mi diye de düşünmedim değil. Ama yurdumun güzel insanı o işe çoktan el atmış, ve benim rakip olamayacağım kampanyalar yapmıştı bile. "Bitiremediğiniz puzzlelarınızı bize gönderin, şu kadar paraya bitirelim. Çerçeveletip yollayalım kargo da bizden" ilanını gördüğümde bu hevesimden anında vazgeçtim. Üzerine bir de para verseydiniz bari, bu kadar da insafsız rekabet olur mu:) Bir bayanın da bitirilemeyen parçaları tamamlamaya gönüllü olduğunu duyurduğu bir ilan görmüştüm ama onun ki tamamen bu işe olan aşkından kaynaklı bir girişimdi. Fî Sebilillah. Ben de olsa olsa böyle bir şey yaparım zaten herhalde.

Bu zamana kadar tamamladığım diğer kıymetlilerim:
260 parça bir pisicik
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 

Konuya başlığı bu şekilde atmama neden olan puzzle. Kaç haftada tamamlandı hatırlamıyorum. 1000 parça idi ama renkler o kadar karışıktı ve karanlıktı ki...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Saat işini pek tutmadım. Farklı bir deneyim oldu ama yelkovan ve akrep pek seçilmedi uzaktan. Belki daha açık renkli bir resim seçilmeliydi, bilemedim.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 ------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yeni maceraları paylaşmak üzere. To be continued...

24 Ekim 2013 Perşembe

Yerçekimi (Gravity)


Geçtiğimiz bayram tatilindeki doğumgünü kutlamalarım kapsamında Yerçekimi (Gravity)  filmine gitme şansı yakaladım. Başrollerinde Sandra Bullock ve George Clooney oynuyor. Aslında başrol haricinde zaten ilk sahnelerde görülen 1-2 astronottan başkası oynamıyor:)

Filmin son birkaç dakikası hariç tamamı uzay boşluğunda geçiyor. Bu nedenle filmi 3 boyutlu şekilde sinemada izlemek yerine evde ya da TV'de izleseydim kesinlikle sıkılabilirdim, ya da bittiğinde vasat bulabilirdim. Benim fırsatım olmadı ancak IMAX ile izlense çok daha güzel olabilirdi kanaatindeyim.

Konu ise; uzay boşluğunda hayatta kalma savaşı -çok bilgi vermeyeyim-. İzlerken sürekli astronotların Dünya'da kalan hayatları ile ilgili kesit kesit görüntüler verilebilir, olay örgüsü gelişebilir diye bekledim. Açıkçası oldukça fazla da fırsat oldu. Ama uzayda kalmakta ısrar etmişler:) Konu olarak beni hiç doyurmadı diyebilirim. Belki de aksiyonlu, çetrefilli filmlere alıştığımdan bu film çook sakin kaldı. Görselliğe çok güvenip senaryoyu zayıf bırakmışlar.

Bundan sonra fırsatım olursa 25 Ekim'de vizyona girecek olan "Benim Dünyam" filmine gitmek istiyordum. Seçimi yaparken oyuncu kadrosu çok ilgimi çekti aslında. Fragmanını izlediğimde ise "ben bunu bir yerden hatırlıyorum" derken Hint asıllı Black filminin uyarlamasına bakıyordum.

Son zamanlarda uyarlama film ve dizilere çok fazla yer verilmeye başlandı. Özcan Deniz de Kore asıllı "Moment to Remember" filmini Türkçe'ye çevirerek Evim Sensin filmini çekmişti. Fragmanında Özcan Deniz yapımı yazdığını hatırlıyorum ve çok kızdığımı. Artık kimse kırk yılda bir köyüne gelecek filmleri izleyip onlarla sınırlı kalmıyor. Her şey elimizin altında ve el attığı film de öyle kenarda köşede kalmış bir film değildi. Daha sonra internetten sahneleri atlayarak göz attım da; hiç başarılı olmamış, adeta orjinalinin gölgesi gibiydi. Keşke özgün yapımlara imza atabilsek ya da en azından riski göze alabilsek de başka ülkelerde bizim filmlerimiz dizilerimiz uyarlanıp yayınlansa. Yeni bir soluk katıp emek vermek varken, zaten denenmiş ve başarılı olmuş işleri ısıtıp seyircinin önüne sunmak çok kolaya kaçmak gibi geliyor bana.

Bu düşünceler kapsamında Benim Dünyam filmini sinemada izleme fikrini de bir kenara koymuş oldum. Fırsat bulursam "İstanbul Hatırası" oyununu izlemeyi istiyorum. Tiyatronun gözünü seveyim; kendiliğinden 3 boyutlu. Her sahnelendiğinde farklı bir efor aslında. Ve sanatçıların elinizi uzattığınızda dokunacak mesafede olması muhteşem bir duygu.


23 Ekim 2013 Çarşamba

Tabletim ve Anılarımız

Şirketimiz Nisan ayında bir kampanya yapmış ve stoklar yettiği sürece bize motorola xoom tableti indirimli olarak vereceğini duyurmuştu. Malesef bu kampanyadan ekipteki arkadaşlarım dahil hiçbirimiz faydalanamadık. Ancak o zaman alıp almamaya karar verebilmek için oldukça araştırma yapmıştım tablet hakkında. Oradan bir hayranlık kaldı sanırım, tablet denildiğinde aklıma başka bir marka/model gelmiyor hâlâ:) Sözlüm sayesinde şirketimin heveslendirip vermediği tablete kavuşmuş oldum. Zaten gereksiz miydi, şımarıklık mı yaptım da mecbur bıraktım çocuğu derken bir de aldığımız tabletin bozuk çıkması oldukça moralimi bozdu.

Tableti birgün boyunca kullanmaya çalıştım. Sürekli beni uygulamadan atıyor ve durup dururken yeniden başlıyordu. Aldığımız yere götürdük, arıza biriminde çalışan arkadaş ilk önce fabrika ayarlarına döndürüp bir iki sayfa gezdi. "Bir şey görünmüyor, biraz kullanın devam ederse tekrar getirirsiniz" deyip bizi başından savmaya çalıştı. Ben sıkıntıdan emin olduğum için: "bir daha getirdiğimde de bunu söyleyip yollayacaksınız şimdi bakın mutlaka bu sorunu yaşayacaksınız eminim" diyerek karşı çıktım. Daha sonra bunun yazılımsal bir sıkıntı olduğunu ve garanti kapsamına bile girmediğini söyleyerek geçiştirmeye çalıştı. En sonunda dediği ise, "şu an vaktim yok ancak test ederken ben görsem sıkıntıyı, değiştirme insiyatifim var". O zaman bırakalım da akşama kadar kurcalayın, sen görmedin diye arıza yok değil sonuçta. Bunu da önerdim tabi ki. Dükkandan o tableti alıp çıkmaya hiç niyetim olmadığından oldukça bir süre başlarına ekşidik. Sonuç olarak hatayı kendisi de aldı ve cihazı değiştirdi. Şu an tabletim sıkıntısız çalışıyor, ancak o başlangıç ekranına gıcık oldum sanırım:)

Bizim yanımızda henüz 1 hafta önce iPhone almış olan bir müşteri de bataryası ile ilgili şikayette bulundu. Extra 100TL vererek VIP garanti de yaptırmış telefonuna. Görevli arkadaşın önerdiği bataryanın değişmesi gerektiği, bunu garantinin karşılamıyor olduğu, isterse VIP'sini kullanabileceği ancak batarya 50TL olduğu için zarara gireceği oldu. Bunun üzerine kız yeni bir batarya almak üzere mağazadan çıktı. Daha 1 hafta önce aldığın telefonda böyle bir sıkıntı çıkıyor ve faturası sana patlıyor. O da güzel, bu garantiler neyi kapsıyor ki Allah aşkına!

Velhasıl elektronik piyasasından dilim oldukça yandı. Kaç aydır araştırma yapıyorum, o paraya kıyana kadar kendimle o kadar savaştım. Sonuçta elimde bozuk bir tablet olacaktı neredeyse. Tableti değiştirelim dediğinde nasıl rahat bir nefes aldım anlatamam. Burdan sonra bir sıkıntı yaşamam diye dua ediyorum.




Dear tabletim; oldukça hızlı, 3G bağlantısı var, bluetooth olması benim için çok önemliydi. 32GB depolama alanı olması da bir artı. Daha iyi olabilirdi dediğim kısımlar ise; daha hafif ve ince olabilirmiş. Bir de android versiyonu 3.0 honeycomb. Yükseltilebilse süper olur cidden! Yine de büyük kolaylık, elleriniz dert görmesin mühendis arkadaşlarım:)

19 Ekim 2013 Cumartesi

Bana Hergün Bayram

Ha Geldi ha gelecek, tatil yapacağız derken bitti bile. Kurban bayramını da bitirdik. Bir dahaki bayrama kadar böyle 9 günlük güzel bir tatil göremeyeceğiz artık. Her tatilin bir sonu var malesef. Önemli olan güzel bir bayram geçirmiş olmaktı. Geriye dönüp baktığımızda tatil olduğundan başka da bir şeyler hatırlamak çok hoş olacak.


Küçüklüğümde bir ya da iki kez kurbanımızı kendimiz kesmiştik. Eve leğenle et geldiğini ve annemle kavurma yaptığımızı hatırlıyorum. Çok et seven bir aile olmadığımızdan, o yıllardan sonra  genelde kurumlara veriyoruz kurbanımızı. Bu yıl sözlümün ailesi kendisi kestiği için yine o yıllara gittim bayramda. İlk gün kavurma yemeye davet ettiler sağolsunlar. Sonrasında ise bütün akrabaların elini öptüm sanırım. Hayatım boyunca hiçbir bayram bu kadar kalabalık görmemiştim. Böyle bir bayramdan sonra dinlenmek için de bir hafta tatil olmalı:)

Gurbetteyiz kimsemiz yok derken hem kardeşimin nişanlısının ailesi hem de benim sözlümün ailesi sayesinde kocaman bir ailemiz oldu. Kayınvalidem de sağolsun beni kendi çocuklarından ayrı tutmuyor. Bu sene bayramla doğumgünüm çakıştı. Bana süpriz doğumgünü bile hazırlamış. Sağolsun anneciğimin yokluğunu hiç hissettirmiyor. Rabbim mükafatını ahirette verir inşallah.

Sözlümle doğumgünlerimiz arasında 9 gün fark var. Dolayısıyla ayrı ayrı kutlamak yerine birlikte kutlamaya karar vermiştik nitekim öyle de yaptık. Ayın 14ünde çıktık dolaştık, hediyeleştik, sinemaya gittik. Ben resimlerimizi bastırmak istiyordum. O da taa eski günlerden söz resimlerimize kadar beğendiklerini bastırmış. Çok güzel bir hediye olmuş:) Sonra kayınvalidem doğumgünümden bir akşam önce çok yakın arkadaşlarım seni merak ediyorlar tanışmak istiyorlar diye yemeğe davet etmişti. Bir baktım pasta almışlar:) Sözlümün doğumgününde hiç böyle şeyler yapılmadığı için o da sitem etmeye başladı tabi ben artık üvey çocuğum diye. Yaklaşık bir haftadır aralıklarla doğumgünümü kutluyor olsak da dün çıkıp gezmemek olmazdı tabi. Sinemaya gittik çılgın hırsız 2 filmine. Sonra avm'de gezerken benim çoook uzun zamandır istediğim ama ev borcunun da çıkması nedeniyle bir türlü alamadığım tabletin indirimde olduğunu gördük. Yine bir şey diyemedim ama moralim bozuldu. Arkadaşlarım saçma sapan şeylere o kadar para harcıyorlar ben çok istediğim bir şeye bile gereksiz gözüyle bakar oldum artık. Tabi bu emeklerimin sonucunda bir evimiz olacak inşallah ama yine de boşa çalışıyorum gibi geliyor bazen. Maaşımı alır almaz oraya buraya deyip elimde para kalmayınca:) Velhasıl, sözlüm de moralimin bozulduğunu farkedince gidip aldı bana bininci doğumgünü hediyesi olarak. Hiç gerek yoktu aslında ama heves edince insanın aklında kalıyor işte. Canım sıkılınca hele ki para yüzünden canım sıkılınca da kıyamıyor. Kısmet doğumgünüme imiş.





İyi ki doğduk ve birbirimizi bulduk. Rabbim yokluğunu göstermesin.







Şimdi vakit toplanıp, tatilin rehavetinden sıyrılıp geri dönme vakti. Kısmetse yarın ikindi gibi yollardayım.Yolcu yolunda gerek.

8 Ekim 2013 Salı

Geleceğe Umut Ekmek

Okul hayatından iş yaşamına geçtiğimde ilk düşündüğüm; bunun bir esaretten başka bir şey olmadığıydı. Sabahın 6'sında kalk yollara düş, akşam 7'de ancak eve gel yorgun argın. Hadi şimdi bekarım ya evlenince nasıl dayanılır bu tempoya? Ne için bu stres, bu kadar koşturma? Para sağlığını ya da özgürlüğünü kaybetmeden de kazanılamaz mı? Kuru ekmek de yerim ama yeter ki mutlu olayım, ertesi güne uyanmak istemeyerek yatmayayım... Daha sonraları önce yatış kalkış saatlerine uyum sağladım şikayet etmemeye başladım. Sonra da işe alıştıkça -stresim bitmese ve hergün yenisi çıksa da- ilk etaptaki çaresizlikten kurtuldum çok şükür. Ama yine de, bir ömür bu işin yapılamayacağına olan kanaatim hiç değişmedi.

İş yerindeki iki bayan arkadaşım geçen sene çocuk sahibi oldular. Bu zamana kadar anneleri bakıyordu, tabi ki özlem oluyordur ama en azından kime teslim ettiklerinden emin oldukları için bir de tedirginlik yaşamıyorlardı. Belki o kadar ilerisini düşünmek gereksiz bir yorgunluk. Ancak özellikle 2 ay önce sözlendikten sonra, ben çocuğumu annem de olsa başkası büyütsün diye mi dünyaya getireceğim, kazandığım para onun ilk adımlarına denk gelir mi? Hele ki benim durumumda malesef annemi geçen yıl kaybettiğim için bakan kişi de yedi kat el olacak. Onun kültürüyle mi büyüyecek henüz olmayan evladım:) Ben sabah onu göremeden kalkıp işe gideceğim, akşam da yorgun argın yemek mi hazırlarsın evladın uyumadan onunla zaman mı geçirmeye çalışırsın.. Belki çok karamsar düşünüyorum bu kadar da kötü değildir belki. Ama kendi annem de kimsenin kendisi gibi bakamayacağını görünce istifayı basmamış mıydı? O işe dönene kadar geçirdiğimiz 6 yılı hayatımın en güzel yılları olarak hatırlarım her zaman. Annemin bize kek yapışını çizgifilmleri izlerkenkinden bile daha dikkatli ve zevk alarak izlerdik. Evimiz her zaman sıcacıktı, yuvaydı yani. Sonrasında ise annem işe geri döndü ve tam anlamıyla kendisini parçalara ayırarak her şeye yetişmeye çalıştı. Bizim için çalışıp didindi vefat ettiği güne kadar. Keşke evinde oturup stressiz yaşasaydı mutlu olsaydı ve hâlâ başımızda olsaydı... Her neyse, sonuç olarak çalışan bir bayanın ne kadar sıkıntıları çekebileceğine ve buna rağmen yine de kendisi de dahil kimseyi mutlu edemeyeceğine oldukça yakından şahit oldum. Çıkardığım sonuç ise; değmiyor. Evlatlarına vereceğin temeli başkalarının eline bırakmaya da değmiyor, canlarını başkalarına emanet etmeye de değmiyor. Peki ne yapmalı? Bu devirde geçim yükünü eşimin omuzlarına da bırakmak istemeyeceğimi adım gibi biliyorum. Bu durumda tek bir seçeneğim kalıyor; akarken biriktirmek.

İki sene içerisinde herhalde araştırmadığım yatırım aracı kalmamıştır. Borsa, altın, döviz, gayrimenkul... Bazen sadece TL biriktireyim belki bir pastane açarım diye düşündüğüm de oldu. Ev çok mantıklı gelse de yatırım denebilecek bir ev için çekeceğim krediyi ne ödemeye gücüm yeter ne de faiz günahına göz yummaya vicdanım el verir(Kişilere kalmış bir durum. Benim inancım bu)... Sonuç olarak bütün bu düşünceler ışığında, benim de daha önce keşke böyle bir sistem olsa dediğim eminevim el sıkıştık. Ve geçen ay birinci bu ay da ikinci taksidimi ödeyerek başladım. Uzun bir süreç, eğer ek ödeme yapamaz bu tempoda devam edersem ödemelerim 10 yıl sürecek. Ama bir şansım, sisteme girdikten 2 gün sonra yapılan çekilişte bana ev çıktı. Eğer istersem Mayıs ayında evimi alabileceğim. Allah hayırlısını versin. Düşüncem; en azından çalışırkenki yıllarımdan bana bir ev kalmış olur yadigar. Zamanla değerlenir değerlenmez bilemem ama en azından içinde oturursak kira derdim olmaz oturmazsak da kira gelirimiz olur...

Hâlâ pastane açma fikrim yok mu, var:)  Girişimcilik "artık" ruhumda var. Rabbim hayırlısını versin, bizleri kimseye muhtaç etmesin. Bu dünyadaki yuvam kadar ahiretteki yuvamı da düşünebilmek dileğiyle...


6 Ekim 2013 Pazar

merhaba


Yazıya dökülmeyen anıların, bilgilerin uçup gitmesine inat bir yerlere not düşmüş olayım istedim.Blog oluşturma fikri oldukça uzun zaman önce aklıma gelmiş olsa da icraate ancak geçebiliyorum. Geç olsun güç olmasın... Olmaması gerektiği halde çok soğuk olan bir Ekim gününde "Bismillah" diyelim ve başlamış olalım inşallah.